Ekoloji en basit haliyle yaşama bilgisidir deriz. Bu yaklaşımla çoğu kez biz de doğayı, insanı ve insan dışı diğer canlıları savunur ve kendimizi yaşam savunucusu olarak tanımlarız. Ekoloji mücadelesi de radikal bir demokrasi mücadelesidir deriz. En basit şekilde kim için ve ne için soruları bizi doğru cevaba götürür.
Burada biz insana yaklaşım üzerinden bakacağız. İnsanı ve doğayı meta olarak görüp sonsuz sömürüyü kendine hak gören ve bunu kendi özel hukuku ile yapan bir sistem. Diğer tarafta tam da bizim baktığımız yerden bakan insan-doğa birlikte barışık dayanışmacılığı üzerine kurulu her türlü metalaştırmaya, sömürüye karşı olan bir ekoloji anlayışını savunuruz. Bizler insan ve insan dışı tüm canlıların yaşama hakkını savunuruz.
Kapitalizm ve iktidarların çevrecilik anlayışına göre insan dışı canlıların yaşama hakkını savunmak/korumak tepki almayacağınız bir hak savunuculuğudur. En çok da hayvan ve doğa savunuculuğu popüler, sistemin saldırılarına maruz kalmayan bir anlayıştır; çünkü onu besleyen ve destekleyen bir anlayıştır. İtiraz etmeden doğa ve hayvanların saldırı ve tahribatlarının sebebi olarak kapitalist sistemi ve onun temsilcisi merkezi iktidarı görmemek barışık olmak demektir. Böylelikle istedikleri bir ekoloji anlayışına sahip olup, sürdürülebilirliğine hizmet ettirir ve asla eleştiri mekanizması işletmez, etliye sütlüye dokunmaz, apolitik olmayı doğru tutum sayarlar. Korku ve kaygılarının arkasına ‘’politik-siyasi’’ bir konudur söylemiyle geçiştirirler.
Yunanistan’da yanan ormanlara tepki gösterir-koşarlar da Dersim’de Cudi’de, Gabbar’da, Bagok’ta olana kör-sağır-dilsizdirler. Ormanı koruma adına ormanlaşma yaparlar da ülkede bölücülük yapıp o taraf bu taraf diye ayırıp ağaç bile dikmeyen bir anlayışa sahiptirler. Buralar da yanan ormanları, ağaç kesimlerini görmezler.
Tarih ve kültürel miras alanlarındaki mekân ve toplumsal, tarihsel hafızaya dair izler yok edilirken siyasi olarak nitelendirilerek; Allianoi sularla kaplanınca ses olunur, Hasankeyf sular altında bırakılınca ya da Sur yıkılınca sessiz olunur. Böylelikle kapitalizmin çevrecileri yapılan her türlü ekolojik tahribatı da makbul saymış olurlar. Bu şekilde sisteme yaranılması, asıl savunmamız gereken ekoloji alanın ruhuna ve politiğine aykırıdır. Hak-yaşam savunuculuğu adına sadece bir alan dolduruluyorsa, boşaltılması da en doğrusu olur.
Ekoloji çevre ya da kendini ne koruyucusu olarak tanımlıyorsa; doğa-insan bir bütünün parçası, birbirinin tamamlayanı ve ayrıştırılamaz. İnsan doğa ve bizler bir bütünün olmazsa olmazlarıyız.
Ekoloji mücadelesi veren; koruma ve yaşatma amacı uğruna yaşamlarını yitiren; Ali Ulvi-Aysin Büyüknohutçu çiftinin ölüm yıldönümüne denk düşen bu süreçte, geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl da bizler yaşamı ve yaşama hakkını savunduk, yoldaşlarımızın ışıklar içinde uyuyacaklarına inanıyoruz. Hiç kimsenin yaşama hakkı elinden alınamaz. Sistem saldırınca o taraf bu taraf diye ayırmaz, her hak ihlali ekolojinin mücadele alanıdır.
On binleri bulan tutsağın hakları gasp ediliyor, hukuk işlemiyor diye süresiz-dönüşümsüz açlık grevinde ve birçoğu ölüm orucuna başlamış ve bu yönlü bir karar almışsa haklı ve meşru olan bu mücadelelerini anlamak gerekir. Tutsakların yaşama hakkını korumak ve savunmak tüm doğa, çevre ve diğer hak savunucularının çalışma konusudur ve bu gözardı edilmemelidir. Açlık grevcilerine olan tutumdan hareketle sorularımıza gelirsek; Ne için ve kim için savunuyoruz; hak ve haklıyı savunmak temel ekolojik mücadele amacımızdır.
Aslında ekolojinin politiği tam da bu ve tüm yaşama dair hakları var saymak ve savunmakla olur. Bizler on binlerce yıldır birlikte-barışık-dayanışmacı bir yaşam sürdük, bir daha sürebiliriz ve bunu dillendirmek bizim temel görevimiz. Korkuyu siyasetin manevralarındanmış gibi aktarıp kirletmek yerine gerçekten savunmak daha doğru olur. Zor gibi görünse de açlık grevlerine yaklaşım da dahil tüm yaşam alanlarında Murray Bookchin’nin dediğini esas almalıyız: “Biz imkânsızı yapmazsak olanaksız ile karşı karşıya kalırız.’’