Ali Sinemilli
TSK’nin Güney Kürdistan’da yürüttüğü ‘operasyona’ ilişkin gün geçmiyor ki, şaşırtıcı bir bilgi gelmesin. Elbette, bahsini ettiğimiz konu asker kayıpları değil. O konu belli ki artık kanıksandı. İktidarın psikolojik savaşı bu konuda sonuç almış görünüyor. Ölümler, yaralanmalar neredeyse sıradan olaylar gibi ele alınıyor. Pek kimse tepki göstermiyor. Bu kayıplara ses çıkarması gereken muhalefet dahi -tabi ki 6’lı masadan söz ediyoruz- kraldan daha kralcı bir edayla sadece anma açıklamaları yapmakla yetiniyor. Başkaca da deyim yerindeyse kılını kıpırdatmıyor.
Şimdi! Gelelim asıl konuya. Kamuoyu ne kadar farkında, olup bitenleri ne ölçüde görüyor -ki görmemesi için yoğun uğraş veriliyor- belli değil fakat bu operasyondan son günlerde yansıyanlar ‘bu kadar da olmaz’ denilir cinsten. Büyük ihtimalle, isimlerini sıralayacağımız bu silahları birçoğumuz ya ilk defa duyuyor ya da en fazla bir kulak dolgunluğu mevcut. Fakat sahadan gelen bilgiler bu silahların yaygınca kullanıldığına işaret ediyor. Sözünü ettiğimiz silahlar; Taktik nükleer silahlar, Termobarik bombalar. Kimyasal silahlar konusu çokça konuşulup değerlendirildiği için burada tekrar etmek istemiyoruz ama Taktik nükleer silahlar, Termobarik bombalar bizim coğrafyamızın insanlarının pek de duymadığı silahlar. Fakat gelin görün ki, bu silahların Güney Kürdistan’da HPG’ye karşı sistemli bir biçimde kullanıldığı belirtiliyor.
Türk ordusu, yetkililer bu konuda sağır ve dilsizleri oynasalar da her geçen gün bu konu biraz daha fazla gündeme giriyor, konuşuluyor. Özellikle HPG kaynaklarından yansıyan veriler-görüntüler bu yönlü açıklamaları teyit ediyor, adeta kanıtlıyor. PKK Yürütme Komitesi üyesi Murat Karayılan da son yaptığı açıklamada, “Türk devleti her çeşit kimyasal silah, taktik nükleer silah, yine Termobarik bomba kullanıyor. Bunların hepsi yasaklanmış silahlardır. Biz heyetlerin gelip incelemesini istiyoruz” diyerek, bir nevi sahadaki durumu özetledi.
Dikkat edilirse, Ukrayna savaşında Rusya’nın Taktik nükleer silahlar kullanabileceği, hatta kullandığı gündeme geldi ve bu silahların suç teşkil ettiği, savaşın sonuçlarına doğrudan etkide bulunacağı değerlendirilerek önemli bir tartışma yürütüldü.
Bir parantez; bilindiği üzere bugün ABD’nin başını çektiği ‘Batı’ bloğu İran’a karşı geliştirdikleri savaş siyasetinin tek gerekçesi olarak Nükleer silahları gösteriyorlar. İddia olunduğu üzere, İran Nükleer silah geliştirdiği için hedef yapılıyor, yaptırımlara tabi tutuluyor.
Haliyle bu durumda cevaplanması gereken bazı sorular oluyor. Madem, Nükleer silahlar bu kadar tehlikeli ve kullanımı bir devletin devlet olmaktan kaynaklı haklarını dahi risk altına sokuyor, neden bu silahlar Kürdistan’da rahat bir biçimde kullanılıyor ve buna kimse ses çıkarmıyor?
İkinci soru, tabii olarak bu silahların nasıl temin edildiği ile ilgili oluyor. Türkiye uluslararası platformlarda envanterinde Nükleer silah bulundurmadığını iddia ediyor. Hal böyleyken Türkiye’ye bu silahları kim veriyor, verenler bu silahların nerelerde kullanıldığından haberdar mıdır? Nükleer silahların kullanımı açık suç teşkil etmesine, devletler arası hukuk bunu buyurmasına rağmen Türkiye’nin bu silahları kullanmasına neden göz yumuluyor?
Açık ki, bu durumda akla Türkiye’nin Biden’ın başa gelmesi ile yeniden yoğunlaşan ve son NATO zirvesi ile belli bir neticeye kavuşan ABD, Batı bloğu ile ilişkileri geliyor. ABD-AB, İngiltere’nin özellikle Rusya ile gerginliğin savaş boyutuna ulaştığı bu süreçte Türkiye’yi yanlarında tutmak istedikleri her açıdan belli. Bunun için Türkiye’deki iktidara ciddi bir destek sundukları aşikar. Fakat bu destek yasaklı silahları kullanmayı da kapsıyor mu, merak konusu.
Belli ki, bu sorunun cevabını erkenden almak zor fakat Kürt halkının da mevcut duruma tahammülü giderek ortadan kalkıyor. Kürtler kendi çocuklarının hemen her gün Türkiye’nin kullandığı yasaklı silahlar ile hayatını kaybettiğini söylüyor ve bunun için iktidara destek veren güçlerden bir açıklama bekliyor. Sözün kısası; Kürtler, NATO ülkeleri Türkiye’nin işlediği bu savaş suçlarına ortak mıdır, değil midir bilmek istiyor.
Hiç kuşku yok ki, Türkiye’nin kullandığı bu silahlar sadece Türkiye’yi bağlamıyor. İçinde bulunduğu NATO’yu da fazlasıyla bağlıyor ve ilgilendiriyor. Görülüyor ki, NATO’nun böyle bir durum karşısındaki sessizliği ya ortaklıktan ileri geliyor ya da en hafif tabirle bindiği dalı kesmek anlamı taşıyor. Böylesi bir zeminde Türkiye’ye ses çıkarmamak bir yandan yapılan suçu üstlenmek olurken, diğer yandan bu ülkelerin geliştirdiği Nükleer karşıtı politikanın ne kadar içi boş, çıkarsal olduğunu gösteriyor.
Elbette, tüm bunlar bir başka gerçeğin de görünmesini sağlıyor. Zagroslarda devam eden savaş sadece Türkiye’deki iktidarın gerçek yüzünü açığa çıkarmakla kalmıyor, destekçilerini de en az onun kadar çırılçıplak ediyor ve hakikatlerini ifşa ediyor.