Baştan başa ekonomik taleplerle örgütlendiği için belki de sınırlı etkisi olacağı düşünülen bir grevin ülkedeki siyasal rejimin gidişatıyla ilgili söyleyecek çok şeyinin olması tam da içinde bulunduğumuz durumun özgünlüğüyle ilgili. Ekonomik taleplerle siyasal taleplerin içi içe geçtiği bir özel dönem çünkü bu. Ekonomik talepleri dillendirebilmenin mücadelesi bizzat siyasallaştı. “Hak arama hakkı”nın ortadan kaldırıldığı bir dönem çünkü bu. Ötesi oldukça karanlık.
Schneider Elektrik işçilerinin grev girişiminden bahsediyoruz. Toplu iş sözleşmesi sürecinde anlaşma sağlanamadığı için greve çıkan Schneider Elektrik işçilerinin grevi ilk günün gecesinde CB Erdoğan tarafından milli güvenliği bozucu nitelikte olduğu gerekçesiyle yasaklanmıştı. Ancak grev bu yasağa rağmen devam etti. Ta ki şirket talepleri kabul edene kadar.
Bu, AKP döneminde yasaklanan 20. grevdi. Ama yasağa rağmen direnişi sürdürme iradesi gösteren ilk grev değildi. Geçtiğimiz ay Bekaert İzmit fabrikasında da grev kararı alınmış, peşi sıra grev yasaklanmış ancak yasağa rağmen grev 18 gün boyunca sürmüştü. Taleplerin kabul edilmesinin ardından da grev sona ermiş, bugüne şu çıkarımı miras bırakmıştı: Demek ki yasaklara rağmen grev yapılabiliyormuş.
Pasifizme karşı
Rejimin kurucu öznelerinin bir duvar örer gibi adım adım ördükleri bu kanlı despotik düzen, geçmişte halk güçleri tarafından yeterince karşı çıkıl(a)mamış uygulamaların hayata geçmesiyle büyüdü. Halen tamamen başarılı olamamasının ve geniş kesimlerce onaylanmamasının, yer yer dökülmeler yaşamasının nedeni de halk güçlerinin geçmişte bu inşaya yer yer indirdikleri darbelerin sonucuydu. Kısacası her şeyi mücadele belirliyordu, belirlemeye de devam edecek.
Şimdi işçilerin mücadelesine kısa bir ara verelim ve dikkatimizi CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na verelim. Milyonların oyuna talip olan ve iktidarı sandıkta devireceği iddiasında bulunan ana muhalefet liderinin Erdoğan’ın üçüncü dönem adaylığı ile ilgili açılan tartışmalarda sarf ettiği sözlere bakalım: “YSK’nın hangi olaylarda nasıl karar vereceğini hepimiz biliyoruz. Sanki biz başvursak YSK gelecek hukuka, Anayasa’ya uygun karar verecek. Allah aşkına, akıl var, mantık var. İradesini saraya ipotek eden adama hâkim mi denir? Hala bunu öğrenemediniz mi? Hâlâ bilmiyor musunuz siz?”
Milyonlarca insanın oyuna talip olan Kılıçdaroğlu’nun henüz seçim sürecine yeni girilen bir andaki teslimiyetçi tutumu herkesi dehşete düşürdü. Milyonların gece ve gündüz gördükleri insanca bir yaşam düşünün karşısına pasifist, işleyişin teşhiriyle sınırlı -ama hareketten ısrarla sakınan- alaysı bir mesaj veriyor Kılıçdaroğlu. “Bu düzenin dehşetleri karşısında yapılacak çok fazla bir şey yok” demeye getiriyor.
Oysaki yapacak çok şey var. Değişimin ne şekilde olacağını bizzat değişimin öznesi -işçi sınıfı- gösterdi bizlere. Verdiği ve vermek zorunda olduğu mücadele içerisinde yeterliğini sürekli genişleten ve bu genişleyen yeterliklerinin toplamının tüm toplumun kurtuluşunu sağlayabilecek bir potansiyel taşıdığını hatırlattı.
Mevzileri savunmak
Belki kategorik olarak işçi sınıfı-Kılıçdaroğlu kıyaslaması yapmak doğru değil. Ama tartışmak istediğimiz mücadele yöntemleri kesinlikle kıyas konusudur. Bekaert ve Schneider işçilerinin fiili grevlerinin gerçekleştikleri anda kendi amaçlarını (ekonomik talepleri) aşan sonuçları oldu, oluyor. Duvarın inşasına koyulmak istenen bir taş engellenmiş, buna karşı bir mevzii kazanılmış oldu. Mevziinin kalıcı olup olmayacağını mücadele gösterecek, o ayrı bir konu. Ancak grev yasakları delinmiş oldu.
Yasallığın yerini keyfiliğin aldığı bir yerde birilerinin de meşruiyete dayalı bir biçimde harekete geçmesi gerekiyordu. Ki halk güçleri bunu yıllardır yapıyor.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun sözlerinde dile gelen teslimiyetçi anlayışın yerine işçilerin mücadelesinde konulan anlayış bizlere asıl değişimin motor gücünü gösteriyor. İşçi sınıfı öncülüğündeki halk güçlerinin rejime karşı verecekleri fiili meşru mücadele asıl belirleyicidir. 14 Mayıs’ta yapılması planlan seçimlerde iktidardaki koalisyonun sandıkta geriletilmesi bir moral gücü yaratabilir ama tek başına bir şey ifade etmeyecektir. Sandığın sokak tarafından kuşatılması gerektiği gün gibi ortada.