Her şeyin bir kefareti var. Korkunun da. Bazı şeyleri en başta söylemenin mahcubiyeti yerleşik bir vaka. Herkes en önce bakar, sonra da anlatır. Yani gedikler açar insanın yarınlara dair bahçesinde, denizinde girdaplar açar, dağında depremler olur, çölünde fırtınalar görür. Burası dünya ve insanın başına gelen hiç acımadan yine gelir.
Çok sonra, sanki yaşamış gibi övünür sonra insan, anlatıp durur. Baktığını ömrü boyunca yaşar. Tesadüfleri karıştırır, hayalleri birbiriyle değiş tokuş eder. Her şeyin birbirine karıştığı yerde bir şemsiye açılır, ses gelir, birileri görünür, her yer kalabalıklaşır. Hayat bir tablo gibi, yaşadıkça çiziliyor, yarım kalsa da. Evet, yarım bırakılan resimler en çok bakılması gerekenlerdir.
İnsanların sonları, ölüm haberleri şekil değiştirdi. Çağın yanılgısı değil, yangını burası. Yanlış teşebbüsler, telafisiz hatalar, dehşetler ve vahşetler, hiçbiri unutmadı ve burayı yaktı. Denilmişti, insan ateşi bulmuştu ve elinde bir tek cehennemi kaldı. Sonra insan cenneti düşündü ve oradan kendini kovdurdu.
Pişmanlıkların adı konuldu, filmi çekildi. Hiçbiri fayda etmedi ve ibret olmaya yetmedi. Kim yetişse ya da kimi yetiştirse de yeşermez artık bir şeylerimiz. Öyle ki adı konulmadan yitenler kervanında kimler ve neler yok ki. Hepsine tanık ve sanık olduk. Yalnız kaldığımızda acımıza yakalandık ve yandık.
Kıymeti heder olmuş, bedeli çarçur edilmiş, telef olmaya mecbur edilmiş bir gelecek, herkesin önünde ve herkesi düelloya çağırıyor. Yaşamak ağrısı, ölmek kaygısı, birbirinin peşinden gidiyor ve gittikçe kendine yeni yollar açıyor. Bir felaket, bir karabasan durmadan kendini gösteriyor bir tehdit misali. İnsan kendine bıçak çeker, ölümle ve intiharla tehdit eder.
Hesapsız kitapsız gülüşler, kıyısından köşesinden sıyrılmış mutluluklar kimlerin zamanlarında vardı da biz noksan kaldık hepsinden; bilinmiyor. Biz bilinmeyenlere aklımızı ve fikrimizi rehin verdik. Verdik de bu günlere ancak böyle sürüklendik. Her şeyin bedelinin istendiği dünya, bizim dünyamız gibi dönüyor etrafımızda.
Teşvik edilen hayaller gün gelir terk etmeyi maharet sayar. Sayıldıkça eksilen ve ezilen rakamlardan ibaret hayatlar kimlere ibret olabilir artık? Zaten en çok da cevapları bilinmeyen sorularla helak ettik kendimizi. Budur bize yakışan, bizi birbirimize yaklaştırmaktan uzaklaştıran. Kimine göre hediye, kimine göre de dalavere.
Yarınlarımız bugünlerden firar, anlarımız da takvimlerden kaçıp gidiyor. Evet kaçmak bir yoldu, yorardı, yolsuz da bırakırdı. Biz tüm bu keşmekeşin perişan hamalı, hor görülen ahvalinin seyircisi. Rastgele bir mümkün hepimizi tav edebilir bir anda. Bizi bizden alıp kaybedebilir de çünkü adıyla çağırdığımız her şeyin sağırı olduk.
Bizim büyük tekinsizliğimiz, naylondan kalplerle sınadığımız yüreklerimiz kefaret istiyor. Öğütler, tavsiyeler, nasihatler, meseller gırla üzerimize boca ediliyor. Şimdiye boykotlar, geçmişe şoklar lazım. Boşluklarımıza medetler, ağrıyan yerlerimize renkler bulup getirmeli. Götürdüklerimize bir manzara, görünmeyenlere bir karnaval harcamalıyız. Değer ve değmeli çünkü değdirmeliyiz.
Haftanın kitap önerisi: Byung-Chul Han, Palyatif Toplum-Günümüzde Acı / Çeviren: Haluk Barışcan, Metis Yayınları