Süleyman Soylu yaptığı bir konuşmada içinden geçilen döneme dair, “Bu şansı bir daha yakalayamayız. Dünyayı bir daha böyle yakalayamayız. Ne yapacaksak bu dönemde yapmalıyız” diyordu. Soylu, bu söylemiyle 2. Paylaşım Savaşı sonrası şekillenmiş uluslararası hukuk ve kurumların tartışmalı bir hale geldiği bir dönemi işaret ediyordu.
Savaşlarla oluşturulmuş hukuksal kurallar ve kurumlar boşa düşerken henüz yenisinin yazılmamış olması büyük bir boşluğun oluşmasını beraberinde getirmiştir. Emperyalizm çağında uluslararası hukuk, dünyanın emperyalist devletler arasında paylaşımı hukukudur.
Lenin, emperyalizm dönemini tasvir ederken, “Bu dönemin ayırt edici özelliğinin dünyanın nihai paylaşımı olduğunu söylemek gerekir. İlk kez dünya tamamen paylaşılmış bulunmaktadır” der ve ardından sanki bugünü tarif edercesine şunları ifade eder: “Öyle ki, bundan sonra artık yalnızca yeniden paylaşımlar söz konusudur; yani sahipsiz toprakların ele geçirilmesi değil, toprakların bir ‘sahibin’ elinden ötekinin eline geçmesi.” Bu satırların yazılmasından yaklaşık 100 yıl sonra, dünya bir yeniden paylaşım mücadelesinin içerisinden geçiyor.
Bir yeniden paylaşım ancak devletlerarası güç gösterileri, ekonomik ve askeri savaşlar eşliğinde mümkün olur. Süleyman Soylu’nun bulunmaz şans olarak adlandırdığı dönem bu dönemdir. Sınırların ve anlaşmaların hiçe sayıldığı, devletlerin başka devletlere istediklerini yaptırabilmek adına askeri ve ekonomik yaptırımlarda bulunduğu bir dönemin içerisinden geçiliyor. Ekonomik ve askeri yönden zayıf olanların savunmasız hale düştüğü bir süreç yaşanıyor. Dünyanın paylaşılması mücadelesi 1. Paylaşım Savaşı ve onu tamamlayan 2. Paylaşım Savaşı’nı gerektirmiştir. Doğal beklenti yeni paylaşım sürecinin yeni bir dünya savaşını tetikleyecek olmasıdır. Birinci Paylaşım Savaşı 5 milyon civarında insanın canına mal olmuştu. İkincisi 50 milyon insanın hayatına ve yıllar süren nükleer kirliliğe mal oldu; üçüncüsünün bütün insanlığın sonunu getireceği nerdeyse herkesin malumu. Hiçbirinin kendisini diğerine karşı tam olarak güvenceye alamadığı bir süreçte büyük güçler birbirleriyle doğrudan çatışmak yerine savaşı, kritik bölgelerdeki devletlerin hükümetlerini devirerek kendilerine bağlamak şeklinde yürütüyor. Bu hamle Bolivya’da olduğu gibi askeri darbeler ya da Suriye ve Libya’daki gibi iç savaşlar marifetiyle yürütülüyor. Söz konusu iç savaşlarda dahi Vietnam ve Afganistan deneyiminden hareketle kendileri doğrudan taraf olmak yerine paramiliter vekil güçleri devreye koyuyorlar. Soylu’nun bulunmaz fırsat dediği durum tam da burada ortaya çıkıyor. Büyük güçler arası çatışma, bu güçlerin dayanak noktası olarak kullandıkları işbirlikçi bölge devletlerine içerisinde hareket edebilecekleri bir zemin sunuyor ve onlar bu zeminde kendi çıkarlarını hayata geçirmek adına komşularına karşı saldırgan politikaları devreye koyuyor. Türkiye, Katar, İran gibi devletler bir anda içerisinde yer aldıkları bölge devletleri açısından açık bir tehdit haline gelebiliyor ve komşularına meydan okuyabiliyor. Silah sanayindeki gelişme ve teknolojinin akışkanlığı küçük ülkeleri, çevresini yakabilecek bir tehdit unsuru haline getiriveriyor.
Bu sürecin bir diğer yansıması dış politik hareket esnekliğinin içerideki sıkışmışlığı aşmanın aracı haline getirilmesidir. İçeride kendi halkının baskısı altında kalan hükümetler dışarıdaki saldırganlıkları, içerideki öfkeyi yatıştırmanın bir aracı olarak kullanıyor. Bunun yanında uluslararası hukuk sadece devletler arası ilişkilerde değil devletlerin kendi halklarına karşı uyması gereken kurallar bütününde de dağılmış bulunuyor. Halkların ve işçi sınıfının uzun mücadeleleri sonucu kazanılmış temel insan ve yurttaşlık kazanımları, bu kazanımları devletlerarası bir düzeye getiren evrensel antlaşmalar yok sayılabiliyor. BM ve AİHM bir dönem gördükleri işlevi kaybetmiş, büyük güçlerin siyasi aparatı haline gelmiş durumda. Çatışma bölgeleri açısından bu durum bölgesel devletleri kendi halklarına karşı her çeşit saldırganlıkta serbest bırakıyor. Soylu’nun bulunmaz fırsat dediği şey tam da budur. Onun fırsat diye anlattığı, devletin zorbalığını frenleyecek tüm uluslararası kurumların boşa düşmesi, kendi halklarına karşı zorbalıkta özgür kalmış olmasıdır. Soylu’ya göre halklara karşı ne yapılacaksa şimdi yapılmalıdır.
Soylu’nun kendi açısından ortaya koyduğu durum, işçi sınıfı ve ezilen halklar açısından da geçerlidir. Devletlerarası çıkarlara dayanan yeni hukuk arayışı, halklar ve işçi sınıfı için bu sürece müdahale imkânlarını da ortaya çıkarmaktadır. Halkların birbirlerinden başka dostu yoktur. Emperyalistlerin dünya çapında ve devletlerin kendi halklarına karşı saldırganlığı dünya halklarının benzer süreçler yaşamasını ve benzer başkaldırılarda bulunmasını beraberinde getirmiştir. Şili’den Lübnan’a, Kolombiya’dan Irak’a, İran’a halklar neredeyse ortak sloganlar eşliğinde hükümetlerinin zorbalığına ve yaşadıkları yoksulluğa karşı ayaklandılar.
Bu noktada sosyalistlere önemli görevler düşüyor. Devletin tüm zorbalığı, içeride ve dışarıda çatışma dayatmaları halkın temel sorunları görmezden gelmesini sağlayamıyor. Tam tersi, artan zorbalık ve dışarıda macera arayışı halkın öfkesini daha da arttırıyor. Emperyalistlerin birbiriyle, devletlerin kendi halklarıyla savaştığı bir dönemde sermayeye, emperyalizme ve saraya karşı ne yapılacaksa şimdi yapılmalıdır. Emperyalistlerin dünya haklarına dayatmaya çalıştığı kurulmakta olan yeni dünya düzenine karşı sosyalizmi kurmak için harekete geçmek mücadeleyi büyütmek gerekiyor. Yarın çok geç olacaktır.