HDP Sözcüsü Günay Kubilay, Erdoğan’ın açıkladığı ‘yargı paketi’ni değerlendirdi. Kubilay, ‘Bağımsız bir yargı için yargıçları saraydan özgürleştirmek gerekir’ dedi
Toplantıya “yargı reformu” ile başlayan Kubilay, “Bu değerlendirmeye geçmeden önce şöyle bir saptama yapmak gerekir. Uzun süredir Türkiye’de büyük bir demokratik değişim ihtiyacı vardı ve bu ihtiyaç 31 Mart seçimlerinde ortaya çıkmıştı. Yine demokratik değişim kapısının aralandığının ve artık değişim sürecinin içine girdiğimizin emareleri ortaya çıkmıştı. İktidar da bu ihtiyaçları tespit etmiş olmalı ki bu değişim ihtiyacını bir yargı paketi ile karşılamak yerine bir strateji belgesi ile 2023’e bir zemin hazırlamak için bu değişime kendince karşılık vermiş oluyor” dedi.
‘Yapay düzenlemeler’
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dün açıkladığı belgenin demokratik bir yargı paketi olmadığını söyleyen Kubilay, “Bir ne zaman gerçekleşeceği belli olmayan, zamana bağlı bir strateji belgesi, bir perspektif metni. Eğer Türkiye’de demokratik bir yargıdan söz edilecekse her şeyden önce işe Saray’ın yargısı haline gelmiş olan mevcut yargıdan başlamak gerekir. Yargıyı Saray’dan bağımsızlaştırmak, yargıçları Saray’dan özgürleştirmek yargıdaki demokratikleşme sürecinin başlangıcı olacaktır. Bu noktada atılmayacak hiçbir adım yargıda demokratikleşme adımı anlamına gelmeyecektir. Bunların her biri birer yapay yüzeysel düzenleme olmanın ötesine geçmeyecektir” diye konuştu.
‘Adalet yapboz tahtasına döndü’
Açıklanan belgenin toplumun ihtiyaçlarını karşılamadığını ifade eden Kubilay, toplum ihtiyacına göre hazırlanabilmesi için muhalefet ve iktidar ile birlikte ortak hazırlanması gerektiğini belirtti. Ortak biz uzlaşı belgesi olması gerektiğini vurgulayan Kubilay, şunları söyledi: “Bir ortak uzlaşı belgesi olarak olabilirdi fakat bunların hiçbiri olmadı saray kendi ihtiyaçlarını dikkate alarak saray uzun uzun bu belgeyi parlak cümlelerle sunmuş oldu. Uzun zamandır Türkiye’de yargı ve adalet bir yapboz tahtası ve oyuncağına çevrilmiştir.”
‘İnsanlık dışı uygulamalar’
Halfeti’deki insanlık dışı olguyu Ankara’daki işkence realitesi ile birleştirdiğimiz zaman Türkiye’nin çok vahim bir noktaya doğru sürüklendiğini görmekteyiz. Ankara Emniyeti’ni dair düzenlenen raporuna bakıldığı zaman o raporu kamuoyu biliyor olsaydı, Kocaeli milletvekilimiz Sayın Ömer Gergerlioğlu vekilimiz bunu açığa çıkarmamış olmasaydı, Ankara Barosu’nun insan hakları kuruluşlarının yaptığı çalışma olmasaydı Ankara Emniyeti’nin derin dehlizlerindeki insanlık dışı uygulamayı hiç kimse bilmeyecekti.”
‘Kolluk kendini yargı yerine koydu’
Türkiye’de iktidarın izlediği politikalar sonucunda işkenceye sıfır tolerans politikasının, işkence politikasına dönüştüğü ve sistematik bir işkence sürecine doğru hızla gidildiğine dikkat çeken Kubilay, “Bu çok vahim bir durumdur, altını çizmek isterim. Biz Türkiye’deki tüm demokratik kamuoyunu, sendikaları, insan hakları kuruluşlarını bugün demokrasiden, özgürlükten yana olan, işkencenin bir insanlık suçu olduğunu düşünen herkesi bu konuda tepki göstermeye ve harekete geçmeye çağırıyoruz. Bu görmezden, duymazdan gelinebilecek bir konu değildir. Kendini yargının yerine koymuş olan kolluk ile ilgili bu pakette herhangi bir düzenleme yoktur. Bu polisin görev ve selahiyetleri ile ilgili kanunu incelediğinizde o yetkilerle ortaya çıkan her kolluk kuvveti, o anlayışla yetiştirilmiş herhangi bir emniyet görevlisi kendisini herkese hizmet eden kamu görevlisi olmaktan çok iktidarın empoze ettiği ideolojik saiklerle bilenmiş ve karşısına kin ve nefretle yönelen bir insan haline dönüşmüştür” dedi.
‘Saray ihtiyacına uygun düzenleme’
“Eğer bir yargı paketinden söz edilecekse, 2023’e bir projeksiyon tutulmak isteniyorsa, her şeyden önce başta elbette yasaların demokratikleşmesi gelmektedir” diyen Kubilay, şöyle devam etti: “Türkiye’deki uygulamalar çok vahimdir. Biz aynı güvenlikçi yaklaşımı özellikle 15 Temmuz sonrası OHAL uygulamaları ile birlikte darbe girişimi gerekçe gösterilerek gözaltına alınan, tutuklanan gazeteciler, akademisyen, aydınlar, yazarlar, aydınlar, siyasetçiler ve siyasi tutuklu ve hükümlülerle ilgili hiçbir düzenleme de yoktur. Bu mantalitede değişiklik yoktur, bunu ele alabilecek bir perspektif yoktur. Gazeteciler, yazarlar kendi ifade özgürlüklerinden dolayı, basın özgürlüğünden dolayı akademik özgürlüğünden dolayı, her biri ‘terör’ suçlusu olarak damgalanmış, tutuklanmış ve hapse gönderilmiştir. Bu belgenin içerisinde düşünce ve ifade özgürlüğünün, basın özgürlüğü, akademik özgürlüğün bir terör suçu olmanın ötesine geçtiğine dair bir herhangi bir emare yoktur. Aynı şey demokratik siyaset üzerinde demoklesin kılıcı gibi sallanan bu yargıda herhangi bir düzenleme de yoktur.
Yargı, Saray’ın ihtiyaçlarına uygun çalıştığı, Sarayın ihtiyaçlarını dikkate alan kararlar aldıkları, savcılar Saray’ın ihtiyaçlarına göre harekete geçtikleri için burada keyfi bir uygulama söz konusudur ve onun dışında adaletin tecelli edeceği bir tek örnek yoktur. Bugün başta HDP milletvekilleri olmak üzere her biri Parlamento’da kürsüde söyledikleri sözler sebebiyle, başta Eş Genel Başkanlarımız için olmak üzere pek çok fezleke hazırlanmıştır.”
Yargı bağımsızlığına dair eleştirilerini sürdüren Kubilay, şunlara dikkat çekti: “Türkiye’de yasalar nezdinde dokunulmazlığı olan milletvekillerinin dahil uyduruk gerekçelerle gözü korkutulmak isteniyorsa, halkın vekilliğini özgürce yerine getirilmesi engelleniyorsa hepimiz bunu düşünmeliyiz. Bu strateji belgesi bize Türkiye halklarının özlemi olan, büyük bir beklentisi olan demokrasiyi, özgürlükleri hakkı ve adaleti tesis etme projeksiyonunu sunmuyor. Erdoğan’ın konuşmasında da ifade ettiği gibi bu belge 2023’e bir projeksiyon tutma adıyla, güven veren ve adalete erişebilmeyi öngören bir mantıkla hazırlanıyor.
‘Amaç sermayeye güven’
Eğer bir ülkede yapılacak demokratik reform paketi kendi ülkesindeki yurttaşlara güven vermiyorsa, güven vereceği adres şudur: özellikle Ağustos 2018’den itibaren bir finansal kriz olarak açığa çıkan ekonomik krizin sonucunda artık yabancı sermaye Türkiye’den kaçmaya başlamıştır. Yerli sermaye de kaçmaya başlamıştır. Ekonomik krizi de sopa zoruyla muhalefeti bastırmak istediği gibi sopa zoruyla çözmek isteyen Erdoğan’ın yöntemleri karşısında kriz daha da büyümüş, dalgalı kur nedeniyle bu tür istikrarsız konuşmalar nedeniyle kriz giderek derinleşmiştir. Ve artık büyük bir yapısal kriz olarak kendini ortaya koymaktadır. Bu yargı paketi yerli ve yabancı sermayeye ‘biz artık normalleşiyoruz, keyfi uygulamaların ötesinde bir hukuksal zemine geçiyoruz, bize artık hukuk yön verecektir normalleşeceğiz’ işareti veriyor, onun için esas olarak sermayeye güven vermek amacıyla düzenlenen bir pakettir. Kriz Erdoğan’ın fırçası, damadın cilası ile çözülemeyeceği anlaşılınca bir cila yapma ihtiyacı hissetmişlerdir. Kriz zaten derinleşti.
‘Hukuksal makyajla çözülmez’
İnsanlar büyük bir umutsuzluk içine sürüklendiler, Antep’te iş bulamayan genç insanın nasıl canına kıydığını görelim. Köprüden atlayan insanları görelim. Yüzde 1’in ihtiyacını karşılamak için.. Dolayısıyla hukuk bunu normalleştiren, buna bir toplumsal meşruiyet kazandıracak bir zemin oluşturmaya çalışıyor. Önümüzdeki günlerde kıdem tazminatının fona devri söz konusu olacak, vergi tabana yayılacak deniliyor. Vergi zaten tabandaydı, bundan sonra vergi daha çok gündemde olacak borçları ödemek için. Şimdi ortada bir kırk katır mı kırk satır mı politikası vardır, buna hukuksal makyaj yapılmak istenmektedir.”
‘Operasyonlar çözüm değil’
Dün yapılan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında askeri operasyonların devam edeceğine dair kararlar alındığını hatırlatan Kubilay, iktidara yüklenerek, şunları söyledi: “Bugün borçlarını ödemekte zorlanan Türkiye’de dün MGK toplantısında görüldüğü gibi askeri operasyonları yoğunlaştıracaklarını açıklıyorlar. Bildiğiniz gibi birkaç gün önce çeşitli adlar altında operasyonlar yapıyorlar, Güney’e de bir operasyon yapılmış oldu. Aşağı yukarı orta yaş kuşağında olan aynı insan bu aynı nakaratlarla tekrarlanan bu ezberi biliyor. Defaatle yani 20-25-30 kez bu operasyonlar yapıldı. Bu operasyonlar ülkenin kaynaklarını tüketmekten, can kayıplarını arttırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Ama bu aynı zamanda başka bir ülkenin topraklarına yönelik askeri operasyon olduğu için o ülkenin egemenliğine karşı bir ihlaldir. Uluslararası hukukta bu bir ihlaldir, sorgulanması gereken bir durumdur.
‘Barış için düzenleme şart’
Seçim döneminde iktidarın bu zamana kadar anlattığı beka meselesi onların iktidarlarının bekası olduğunu biz gördük. Bugün ne hikmetse çok bekadan söz etmiyorlar büyük ihtimalle İstanbul seçimlerinde sıkışırlarsa yine gündeme gelebilir. Şimdi burada da askeri operasyonları da beka ile birleştirdiğimizde görülüyor ki siyasi iktidar savaşsız, şiddetsiz bir şekilde iktidarlarını sürdürmekte zorlanıyor. Bunu bir milliyetçi hezeyan eşliğinde şoven bakış altında üstünü örtmeksizin iktidarını sürdüremiyor. Hayat normalleştikçe insanlar ekonomik ve siyasi krizi görüyorlar, bunun üstüne kalın bir örtüye ihtiyaç vardır. İktidarın ihtiyaç duyduğu budur. Yargının demokatikleşmesinden söz ediyoruz o zaman ihtiyacımız olan bölge barışına da katkı sunacak içeride ülke halklarının barışına da kattı sunacak hakkı, hukuku ve adaleti tescil edecek bir düzenleme yapmamız lazım. Bu sadece Türkiye halklarının ihtiyaçlarını gözeten değil demokratik Ortadoğu perspektifi ile bütün halkların çıkarlarını gözeten bir düzenlemeye ihtiyacımız var.
Önümüzdeki günlerde kıdem tazminatının fona devri söz konusu olacak, vergi tabana yayılacak deniliyor. Vergi zaten tabandaydı, bundan sonra vergi daha çok gündemde olacak borçları ödemek için. Şimdi ortada bir ‘kırk katır mı kırk satır mı’ politikası vardır, buna hukuksal makyaj yapılmak istenmektedir.