Hicri İzgören
Türkiye’de insan hakları alanındaki en kronik hastalıklardan biri; cezasızlık. Bu anlamıyla ‘zamanaşımı’ da artık Türkiye’de yargı eliyle uygulanan adaletsizliğe dönüşmüş durumda.
Özellikle ‘faili meçhul’ adıyla açılan davaların birçoğu sürüncemede bırakılıp, zamanaşımı kararıyla kapatıldı.
Her celsede uzatılan Musa Anter Davası’nın da zamanaşımına uğramasına üç ay kalmış.
Anter’in katledilmesine ilişkin sorumluların tespit edilmesini sağlayacak etkin bir soruşturma yürütülmedi. JİTEM tetikçisi bizzat itiraf etti ama deliller kullanılmadı. Anter’in ailesi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurdu. AİHM, “yaşam hakkının hem maddi hem de usul açısından ihlal edildiğine” karar verdi. AİHM kararında ayrıca, olayın ardından ortaya çıkan ve Anter’in öldürülmesiyle doğrudan ilgisi olan, Meclis’in 1998 tarihli “Susurluk raporu” gibi bazı önemli delillerin de yetkililer tarafından kullanılmadığını tespit etti.
Davaya dair konuşan Musa Anter’in oğlu Dicle Anter, davanın zamanaşımına uğramaması için çağrı yapıyor ve “gelinen aşamada zamanaşımı ile olayın üstü kapatılmak isteniyor” diyor.
İki gün önceki duruşmada mahkeme, yargılamayı karara bağlamadan yeniden erteledi.
***
Zaman her şeyin ilacıdır, yaraları sarar denir ama bazen de tam tersi kanatır yaraları, acıtır canları, sızlatır vicdanları.
Ceza hukukunda zamanaşımı, ceza davasının açılması için yasada öngörülen süre ile cezanın kesinleşmesi için öngörülen süreyi ifade eder. İlkinde öngörülen sürede ceza davasının açılması gerekir, ikincisinde ise öngörülen sürede ceza kararının kesinleşmesi gerekir. Aksi takdirde dava ya da ceza zamanaşımına uğrar ve düşer-miş.
Bu tanım yasaların, mesele de hukukçuların işi ama artık herkes biliyor ki; bazı olaylarda ve durumlarda zamanaşımı bir anlamıyla da katillerin, çetelerin, hırsızların, arsızların ve bilumum suçluların ceza almaktan yırtmasının ‘hukuki’ gerekçesi olarak da kullanılıyor.
Artık siz Türkiye’de cezalandırılmak istenmeyen suçlular için icat edilmiş bir yöntem mi dersiniz ya da devletin; “Ben adalet mekanizmasını çalıştırabilecek dinamizme, deneyime ve kararlılığa sahip değilim” demenin hukuki kılıfı mı dersiniz bilemem.
Zaten yargının işi ‘adalet dağıtmak’ olduğuna göre adalet dağıtamamış olan yargı, ya işini zamanında bitirmeyi becerememiş veya savsaklamış ya da birilerinin davadan sıyırmasına yardım etmiş demektir. Buna kimi suçlulara yapılmış bir kıyak, bir nevi özel ve gizli af da denebilir herhalde.
Türkiye’de pek çok dava bu şekliyle senelerce sürdü ve zamanaşımından düştü.
Geciken adalet bile adaletten sayılmazken zamanaşımı’na uğramış cinayet davalarında maktul bir kez daha öldürülüyor, yakınları, dava sahipleri bir kez daha yas tutuyor. Bunun en mağdurları da bizde Cumartesi Anneleri oluyor.
***
Dosyaları zamanaşımına uğrayan ya da yaklaşan kayıp yakınlarının feryatları dinmek bilmiyor. Zaman onlar için, bazen sessiz bir çığlık, bazen bir ağıt ve sürekli bir bekleyiş… İstedikleri evlatlarının kemikleri ve bir mezartaşı. Aranan biraz vicdan ve bir parça adalet.
BM Yargısız İnfazlar Özel Raportörleri açıkladıkları Türkiye raporlarında, Türkiye’de 90’lı yıllarda meydana gelen kayıp ve yargısız infaz olaylarının ‘ele alınmasında siyasi bir tereddüt olduğu izlenimi’ edindiklerini her defasında belirtiyorlar. Bu ifadeler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye aleyhine aldığı kararlarda ifade edilen, “etkin soruşturma yürütmemekteki ısrarlı tavır nedeniyle yaşama hakkının ihlal edildiği” yorumunu da destekler niteliktedir.
Hukuk, evrensel hukuk verilerini hiçe sayıyorsa, katilleri halk düşmanlarını aklıyor ya da cezasız bırakıyorsa, o hukuk ve hukuku yapanların meşruluğu da tarih karşısında hep tartışmalı kalacaktır.