Cumhuriyet modernitesinin Alevilerle kurduğu ilişki düzeyine bakıldığında, yeni ulus devlet anlayışının Osmanlı ile kopuş yaşamadığı görülür. Cumhuriyetin kurucu kadroları Osmanlıdan başlayarak İttihat ve Terakki’nin tedrisatından geçmiş kadrolardır.
Osmanlılar döneminde aleviler, din dışı olarak kabul edilir, özellikle düşman İran’la düşünsel ve duygu bağı olan, İran’ın destekleyicileri ve iç tehdit unsuru, güvenilmez “zındık, mülhit, kâfir ” olarak tanımlanır, katli vacip olanlar listesinde birinci sıradaydılar. Karşıt İslam ya da Emevi İslam anlayışına biat etmeyen, ocak sistemi ile kendi kendini yöneten, özerk topluluklar olan alevi sürekleri din dışı olarak deftere yazılmıştı.
Cumhuriyet rejimi ise Alevilere “ya din dışısın ya da dinselleşeceksin” diyerek “Türklük sözleşmesinin” alt birimi, alt kültürü olarak kabul etmiştir. Özellikle İttihat Terakki’nin Alevi-Bektaşi çalışmalarını yürüten Baha Said Bey’in çalışmaları ardıllarına da miras kalan anlayışı alevi kültürünün “öz Türk inancını” temsil ettiğidir. Bu yönüyle imparatorluklar döneminde yok sayılan aleviler, yeni rejim tarafından da yok sayılmıştır.
Cumhuriyetin yeni “muteber” vatandaş tanımlaması 1924 Anayasası çalışmaları sırasında “Türk, Müslüman, Hanefiyül mezhep, Türkçe konuşur” şeklinde tanımlanır. Muteber vatandaş tanımlamasına uymayan kesim ağırlıklı olarak Kürtler ve Alevilerdi. Bu tanımlama Kürtlerin ve Alevi süreklerinin kimliklerinin reddine kadar gidecek bir anlayışa evrildi. Bu anlayış Takrir-ı Sükûn, Şark Islahat Planı, İstiklâl Mahkemeleri kanunlarını çıkararak, tekçi plan uygulanır.
Dersimlinin inancı, etnik yapısı resmi ideolojinin çerçevesine uymuyordu. 1935 yılında Fevzi Çakmak meclise verdiği Dersim raporunda “bunların Alevilikten yararlanarak Türk köylerini Kürtleştirmeye ve Kürt dilini yaymaya çalıştıklarını” belirtmiş, yapılması gerekeni de şöyle sıralamıştır: “Evvela koloni gibi dikkate alınması gerekir” demektedir. Dersim meselesinin çözümü için “Türk camiası içinde Kürtlük eritilmeli” ve daha sonra “öz Türk hukukuna tabii kılınmalıdır” diyerek bölgedeki Rêya Hakk Alevî inancının bir Kürt inancı olduğunu dile getirmiş ve Dersim’e yönelik acil eylem planın uygulanmasının zamanının geldiğini belirtmiştir.
Bölgeye yönelik yıllara dayanan sosyolojik, istihbaratı, etnolojik rapor hazırlıklarından sonra 4 Mayıs 1937’de Atatürk ve Fevzi Çakmak’ ın katılımı ile Bakanlar Kurulu’nda ” Tedip ve Tenkil” kararı alınır. 22 Haziran 1937′ de yıkım saldırıları dört bir yandan başlar. 14 Kasım’ı 15 Kasım ‘a bağlayan 1937 günü Pir Sey Rıza ve elmaya ikrar verenler Hak ile Hak oldular. 1938’de Dersim’de taş üstünde taş gövde üstünde baş bırakılmaz.
Yaşananları Dersimli bir ana şöyle özetlemiştir: “Taş olsaydım çatlardım, toprak oldum içime attım. Dersim’de ateş su ile söndürülmez. Suyun da bir canı olduğuna ve ateşe dökülünce canının yanacağı düşünülür. İşte suyun bile canına hâk hatır gözeten bu Rêya Hakk coğrafyası baştan sona kurduyla, kuşuyla ateşe verildi.”
Demokratik muhtevadan uzaklaşan yeni rejim Dersim’de tüm maddi, manevî değerleri çarmıha germişti.
Dersim hala bir yaralı yürektir.