Yaklaşık 30 yıl önce, “yaşam koşullarının ağırlaşması” nedeniyle Muş’tan Sakarya’nın Hendek ilçesine göç eden Kadir Sakçı ağırlıklı olarak Muşlu, Bitlisli ve Ağrılı Kürt ailelerin yaşadığı Yenimahalle semtinde yaşıyordu. 16 Aralık 2018 akşamı oğlu ile birlikte evlerine dönerken bir kahvehanenin önünde Hikmet Usta isimli bir şahıs ile karşılaşıyorlar. Sarhoş ve etrafa küfürler savuran Hikmet Usta kahvehanenin önünden geçen Kadir Sakçı ve oğluna ‘Suriyeli misiniz?’ diye soruyor. Baba Sakçı ‘Suriyeli değiliz, Kürt’üz’ diye cevap veriyor. Bunun üzerine Hikmet Usta baba, oğula küfür ederek silahıyla yedi el ateş ediyor. Bu kurşunlardan biri 43 yaşındaki Kadir Sakçı’nın kalbinin alt tarafına saplanıyor. 17 yaşındaki oğlu ise belinin sağ tarafından girip karnından çıkan bir kurşunla yaralanıyor. Kadir Sakçı kaldırıldığı hastanede yaşamını yitiriyor, oğlu ise yaralı kurtuluyor.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon’un hazırladığı raporda, “Bu saldırıyı, ırkçı saldırılara zemin hazırlayan, ‘Türk üstünlükçüsü’ siyasi politikaların bir sonucu olarak değerlendiriyoruz” diye belirtiliyor. Yine raporun duyurulması ile ilgili basın açıklamasında insan hakları savunucusu Eren Keskin “İHD olarak daha önce Adapazarı’nda başka ırkçı saldırıları da tespit etmiş, raporlar hazırlamıştık. Biz bu topraklarda Türk ve Sünni Müslüman ittihatçı resmi politikanın resmi yanını çok iyi biliyoruz. Bu coğrafyada ırkçılık yapıldığını biliyoruz. Bize göre bu cinayet ırki temelde işlenmiş bir cinayettir” diyor.
Türkiye’de Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından itibaren büyük ölçekli pogromların yanı sıra ırkçılık temelli ayrımcılıklar, aşağılamalar, cinayetler ve linç girişimleri hiç eksik olmadı. Ermenilere, Rumlara, Yahudilere, Süryanilere, Ezidilere, Alevi-Kızılbaşlara ve Kürtlere yönelik ırkçı saldırılar Tanıl Bora’nın tabiriyle bu ülkede bir “linç rejimi”nin süreklileşmesini de beraberinde getirdi. 1990’lara kadar daha çok etnik ve dini olarak Türk-Sünni dairesinin dışındakileri hedef alan bu ırkçılık, daha sonra farklı cinsel yönelimli bireylerden göçmenlere kadar birçok yeni kategoriyi de hedef alan bir genişleme yaşadı.
Kürtler açısından, Cumhuriyet tarihi boyunca yürütülen politikalara bakıldığında, Barış Ünlü’nün çok güzel bir şekilde gösterdiği gibi Müslümanlık Sözleşmesi’nden Türklük Sözleşmesi’ne evrilen bir yaklaşım, bu ırkçılığın kendisini gündelik hayatta üretiminin çerçevesini belirledi. 1920’ler ve 30’lardaki “şaki” ve 1990’lardan beri yürürlüğe giren “terörist” sıfatı, Türklük ve Sünnilik dairesinin dışına çıkan her Kürt’ü sorgusuz bir şekilde hedef alınabilir kıldı.
Fakat her ne kadar ırkçı boyut İttihat ve Terakki geleneğinden beri devlet aklına içkin bir hakikat olsa da 1990’larda savaşın doruğa çıktığı zamanlarda dahi devletin ısrarla korumaya çalıştığı bir ayrım vardı. Bu ayrıma göre Kürtlerin büyük bir kısmı “vatanına ve milletine bağlı”, “aynı ümmetin evlatları” idi. Bazıları ise “kendini bilmez şaki”, “üç beş çapulcu” veya “terörist” idi. Velhasıl devletine sadık, itaatkâr “iyi Kürtler” ile yaptıklarından dolayı devletin bölünmez bütünlüğüne kasteden “düşman Kürtler” ayrımı politik bir yönetim ve içerme stratejisi olarak hep gözetildi.
Fakat Kadir Sakçı’nın öldürülmesinde de görülen ve hatta daha geniş bir temelde de yaygınlaşan yeni bir Kürtlük algısının geliştiğini görüyoruz. Eskiden YAPTIĞI ŞEYDEN dolayı hakaret edilebilir, aşağılanabilir, hapse atılabilir, işkence edilebilir, öldürülebilir olan Kürt, artık OLDUĞU ŞEYDEN dolayı, yani salt Kürtlüğünden dolayı aynı muameleye maruz kalabilir hale geldi. Kürtlük kendisini sadece Türkiye’de değil uluslararası arenada da bir ulusal kimlik olarak güçlendirip yaygınlaştırdıkça, politik bir kolektiviteye dönüştükçe artık eski ayrımı sürdürmek devlet aklı açısından zorlaşıyor. Kürdün “yaptığı şey” ile “olduğu şey” arasındaki zorunlu ve dolaysız bağ güçlendikçe bu ayrımı verili siyasal ve duygusal ümmet grameri ile yürütmek imkânsız hale geliyor. O yüzden artık bir Kürt’ü öldürmek için herhangi bir şey yapmasını beklemek gerekmiyor; sadece “o” olduğu için, sadece Kürt olduğu için öldürülebilir hale geliyor. Bu nedenle Kadir Sakçı’nın ‘Suriyeli değiliz, Kürt’üz’ dediği için öldürülmesini ancak ırkçı temelde genelleşen bu yeni “Kürtlük tehdidi” ile açıklayabiliriz.