31 Mart seçimlerinin üzerinden 15 gün geçmiş olmasına rağmen hâlâ İstanbul seçimlerinin resmi sonuçları açıklanmadı ve mazbata verilmedi. İktidar, seçimin hemen sonrasında yaşadığı afallama halinden kurtulup hızla seçimi boşa düşürecek ve tekrar edilmesini sağlayacak hamleler yapmaya başladı. Bu yazının yazıldığı an itibari ile seçimin resmi sonuçları henüz açıklanmamıştı. AKP iktidarı yerel seçim sonuçlarını, özellikle de İstanbul’un kaybını kendisi açısından ağır bir sonuç olarak okumakta, en azından İstanbul’u geri alarak yaşadığı yenilgiyi kendi tabanı açısından bir zafere dönüştürme arzusunda bir görüntü vermektedir.
Saray, 7 Haziran-1 Kasım sürecinin bir tekrarını yeniden yaşatma niyetine girmiş bulunuyor. 7 Haziran yenilgisinin rövanşını ülkenin bir kan denizine dönüşmesi pahasına şovenizmi tırmandırarak 1 Kasım’da alan saray, muhtemelen benzer hamlelerle İstanbul yenilgisinin rövanşını Haziran’da almak isteyen bir çizgi izliyor. Henüz seçim sonuçlarının resmen ilan edilmemiş olması ters bir okumayla iktidarın bu çizgiyi hayata geçirmekte bir dizi sıkıntı yaşadığına da işaret ediyor.
Tarihsel olayların tekrarına dair en önemli vurgulardan birisi, birincide trajedi olanın ikincisinde komediye dönüştüğüne dair olandır. Nitekim 7 Haziran’da halkın zaferini, büyük bir özgüven, uluslararası destek ve devletin derin katlarıyla yakalanan ittifak sonrası hiçbir sıkıntıya girmeden tereyağından kıl çekercesine 1 Kasım’da geri alan saray, 15 günün sonunda hâlâ İstanbul seçimini iptal ettirebilmiş durumda değildir. Bu olgunun kendisi, sarayın eski manevra kabiliyetine ve desteğe sahip olmadığını gösteren en önemli veri olarak görülebilir. Bu durum aynı zamanda seçimin tekrarlanması kararı sonrası 7 Haziran senaryolarının hayata geçirilmesinin çok kolay olmayacağını da ortaya koymaktadır.
Ne konjonktür 7 Haziran konjonktürüdür ne de halk o sürecin halkıdır. Sarayın rövanşı almak için yapacağı hamleler yılgınlıktan çok öfkeyi körükleyeceği gibi saldırı sadece Kürt halkına değil tüm muhalefete yapılacağından bizzat devlet iktidarı açısından tehlikeli kırılmaların da şekillenmesine yol açacaktır. Bu olasılık muhtemelen sermaye ve devlet katında da okunmakta olduğu için seçimin iptali meselesinde hem AKP cenahı hem de devlet mekanizması bütünlüklü bir duruş sergilememektedir.
Tarihin tekrar etmesine ilişkin ikinci önemli vurgu, tarihten ders çıkarmasını bilmeyenlerin onu tekrar etmeye mahkûm olduklarına dairdir. Yukarıdaki birinci vurgu Erdoğan’ın girdiği süreci açıklamak açısından önemli ise ikinci vurgu da saray karşısındaki toplumsal muhalefeti uyarmak açısından önemlidir. Seçimlerden bu yana esas olarak sarayın hamlelerine yoğunlaşmış ve ne yapacağını anlamaya çalışan toplumsal akıl, bu saatten sonra hızlı bir şekilde kendisinin ne yapması gerektiğine yoğunlaşmak durumundadır.
Büyük bir özgüvenle kabul edilmelidir ki saray kaybetmiştir. İstanbul seçimlerinin onaylanması ya da iptal edilmesi bu gerçeği değiştirmeyecektir. Bu yenilgi tarif edilecekse eğer, birkaç cümlenin alt alta sıralanması yeterli olacaktır. Erdoğan, hegemonik gücünü ve denetim kapasitesini kaybetmiştir. MHP–Ergenekon çetesiyle Kürt düşmanlığı üzerinden girdiği işbirliği ters tepmiş ve sürdürülemez hale gelmiştir.
Ağır ekonomik krizin cenderesinde manevra kabiliyetini kaybetmiş, yoksul halk kitleleriyle kurduğu bağ kopma noktasına gelmiştir. Ağır saldırılar, katliamlar ve OHAL baskısıyla geri çekilmiş ve hareket edemez hale gelmiş halk kitleleri seçim sonrası yılgınlıktan sıyrılmış, mücadele için moral toplamıştır. Son olarak saray sandıkta resmen kaybetmiştir. Rüzgâr yön değiştirmiş, toplumsal muhalefetin yanına geçmiştir.
Düne kadar savunmada olan ve iktidarın saldırıları karşısında kendisini koruma güdüsüyle hareket eden toplumsal muhalefet şimdi savunma konumundan çıkarak iktidarı gerileten ve kazanan pozisyona geçmiştir. Tartışılması gereken mesele bu pozisyonun nasıl güçlendirileceği meselesidir. Sandıktaki iradesinin elinden alınmasına karşı oluşan halk öfkesinin yatıştırılarak eritilmesine ya da büyük hayal kırıklığına uğrayarak dağılmasına seyirci kalınmamalıdır.
Saraya karşı yan yana gelen güçlerin sınanacağı alanlardan birisini, olası otoriterleşme eğiliminin göğüslenmesi süreci oluşturacakken, bir diğerini IMF ile ya da IMF’siz ekonomik politikalar karşısındaki tavrı oluşturacaktır. Devrimci hareketler saray ve ittifaklarının oluşturduğu baskı rejimi karşısındaki mücadelenin kesintisiz bir şekilde yürütülmesi ve sermayeyi karşısına alarak büyütülmesi hususunda net bir tutum takınmalıdır. Bu tutum alış, beraberinde bu görevi yerine getirebilecek güç biriktirmesini ve araçların şekillendirilmesini gerektirir.
Kürt halkının büyük desteğiyle saraya darbe vuranlar bu desteğin kalıcı bir işbirliğine dönüşmesi için hareket etmeli, seçim sonuçlarının iptal edilmesine karşı mücadeleyi yükseltmeli, mazbatanın verilmesi talebi 160. gününe gelen açlık grevcilerinin isteklerinin karşılanması talebiyle birleştirilmelidir. Türkiye devrimci hareketi bütün bu ağır görevin altından kalkmak, oluşan mücadele azmini büyüterek iktidara karşı yönlendirebilmek için birbirleri ve halk kitleleriyle yan yana gelecek zeminleri oluşturmalıdır. Rüzgârın toplumsal muhalefetin arkasına geçtiği süreçte görev, rüzgârın şişireceği yelkeni büyütme görevidir.