Bu yazı yazılırken İliç’teki facianın üzerinden 5-6 gün geçmiş olacak ve artık toprak altındaki emekçilerin hiçbir şansının olmadığını biliyoruz. Ailelerin bunu kabullenmesi zor ama toprak altında kalmak, suda boğulma meselesinden farklı. Çırpınıp yüzeye çıkma ihtimaliniz yok; korkunç bir çaresizlik olmalı, düşünmesi bile insanı çıldırtıyor. 400 bin kamyonluk bir yükten söz ediyoruz ve artık biliyoruz ki, cenazelerin bulunması da zor. 2011’de Ciner Holding’in Afşin-Elbistan Çöllolar’daki madeninde ne olduysa büyük ihtimalle o olacak. Bir süre sonra arama çalışması durdurulacak ve aynen Çöllolar’da olduğu gibi işçi cesetlerinin üzerinde üretim devam edecek; şimdi iptal edilen lisansın iadesi için de ortamın soğuması beklenecek. Üstelik bu kez, hiçbir koruyucu malzeme olmaksızın kazma kürekle arama çalışması yaptırılan insanların da önemli bir bölümü kalıcı hastalıklarla sakatlanacak.
Daha da beteri, İliç İliç’te kalmayacak, kalmıyor. Hiç utanmadan “kapakları kapattık”, “numune aldık bi’şey yok” yalanlarını söyleyenler halkı bu konudaki bilgisizliğini kullanıyorlar ama gerçek değişmiyor. Bu bir yangın değil. Yangında ne hasar olduğunu gözlerinle görürsün. Deprem yıkar. Onu da çıplak gözle görürsün. Burada durum öyle değil. Şu anda aldığın ‘numune’nin bir kıymet-i harbiyesi yok. Toprağın mekanizması öyle çalışmıyor. Sen altı ay sonra herhangi bir Kürt kentinde domates yediğinde, o dakika ölmezsin elbette ama Basra Körfezi’ne kadar uzanan muazzam bir coğrafyada artık hiçbir şey güvenli olmayacak.
Ve tık yok! Sağda solda protesto eylemleri düzenleyen insanlarımızı anlıyorum. Hiçbirini küçümsemek aklımın ucundan bile geçmez ama neredeyse yüzyılın felaketi denebilecek korkunç bir ekolojik kırım karşısında toplam olarak muhalefet güçlerinin refleksi inanılır gibi değil. Dost sohbetlerinde “Basın açıklamasını icat edenin Allah belasını versin” diyorum bazen, şaka değil, varsa eğer mutlaka versin! Adeta televizyonlardaki her konuda fikir yürüten yorumcular gibi memlekette ne olursa o konuda kendini “basın açıklaması tekeli” olarak ilan eden bir ‘dörtlü’ kast, Türkiye ve Kurdistan’da ‘tepki emicisi’ olarak varlığını sürdürdükçe, devrimci, sol güçler (ve evet, Kürtler de!) bu kurguyu bozmadıkça durum da değişmeyecek. Memleketi ve boydan boya Kurdistan’ın bütün topraklarını mahveden bir felaket karşısında herhangi bir vakaymış gibi davranmayı, basın açıklamasından dağıldıktan sonra kimin nerede aday olduğu olmadığı tartışmalarına gömülmeyi hepimiz ciddi şekilde sorgulamadıkça, durum değişmeyecek.
Neredeyse her sene bir seçim yapılıyor bu memlekette ve her sene biz, hepimiz, bir yandan “halkı seçmenleştirmenin zararları” üzerine gevezelik yaparken, diğer yandan bal gibi de bu akıntının içinde sürüklenmeye devam ediyoruz. “Canım şimdi bunun sırası mı” lafı bu topraklarda en nefret ettiğim laftır. Nefret ederim, çünkü bu laf her zaman aslında mevcut gündem akışına teslimiyet anlamına gelir. Biri Anayasa Mitingi yapacağım der örneğin, ertesi gün bir şey olur ve “şimdi sırası değil” denir; yani öyle ki Deniz Gezmiş şimdi çıksa da üniversiteyi işgal etse ona da “sırası mı” diyecekler bulunur. Kürtlere de “önder olarak benimsediğin kişiyi boş ver, yatsın orada, şimdi gel şuna takılalım” diyebilirsiniz mesela. Sonu yok bunun. İstenen her zaman ‘hiza’dır, hizaya girilmesidir; hizayı belirleyen de düzenin ta kendisidir.
Niye kimse İliç’in ertesi günü boş verin seçimi filan, gelin toplaşalım ve örneğin Ankara’da muazzam bir “Ekoloji Mitingi” yapalım da şunlara haddini bildirelim demiyor mesela? Memlekette irili ufaklı yüzlerce ekoloji platformu yok mu? Ne engeli var bunu yapmanın? İliç’te olan şey bunu hak etmiyor mu? Daha ne olmalı mesela? Ne büyüklükte bir felaket yaşamalıyız? Son 15 yılda 386 bin maden ruhsatı verilmiş bu memlekette. Bu kadar büyük çaplı bir saldırıyı, ‘çevreci’ diye tanımladığımız insan ve grupların meşguliyet alanı olarak görebilir miyiz, onların üzerine yıkabilir miyiz? Sorun seçimlerse eğer, bu çapta büyük bir protesto eylemi aslında seçimlere de en an alıcı yerinden müdahale anlamına gelmez mi?
Kürtlerin durumu ayrı bir sıkıntı burada. Mezopotamya topraklarından söz ediyoruz; Arjantin platolarından değil. “Ekolojik demokratik paradigma” sahibi olmak ve bununla her zaman övünmek bu konuda çok kuvvetli bir çabayı gerektirmiyor mu? Üstelik maden alanı sömürgeciliğin çıplak gözle görülebilen en can alıcı tezahürü değil mi? Yahu adam geliyor, sana ait olan bir şeyi çalıyor. Daha ne olsun? Sıradan bir Türk ulusalcısı X alanındaki şirketin ‘yabancı’ olmasını çok dert edinip ‘yerli üretim’ gibi gevezelikler edebilir. Senin durumun öyle de değil ki. Sana herkes ‘yabancı’ birader; ülkenin madenlerine el koyan ve ülkeni kirleten herkes sömürgeci. İliç sadece bir örnek; Mazıdağı ve birçok yerde bizzat Cengiz var, Limak var, ne ararsan var. Peki bu durumda, Kurdistan’da ekoloji hareketinin ekolojistlere ait bir meşgale değil de anti-sömürgeci büyük bir halk hareketi olması gerekmez mi? KÖH’ün zaman zaman bazı baraj yapımlarına silahla müdahale etmesini hemen kınıyorsun ama o zaman senin halkla birlikte yürüyüp müdahale etmen gerekmiyor mu? Ege’deki ekoloji mücadelelerine olan aşırı ilgiye ve bu arada Kürt coğrafyasındaki kırıma olan ilgisizliğe kızıyorsun, eyvallah, haklısın, yerden göğe kadar haklısın ama Allah aşkına “Ekolojik demokratik paradigma” sana ait bir şey değil mi? Bunu halka anlatmak, benimsetmek, ülkenin her karış toprağını ekolojik-sömürgeci kırıma karşı savunmayı bir halk refleksi haline getirmek senin asli işlerinden biri değil mi? Batı illerinde ekoloji meselesi ‘çevreci’ grupların dışına taşarak köylülerin doğrudan katılımı ve inisiyatifine doğru genişlerken, Kurdistan’da “Burası bizim toprağımız, her karışı bize ait ve hiçbir Allah’ın kulu bize rağmen burada çivi bile çakamaz” cümlesi artık her halk buluşmasının, her toplantının, her mitingin, asli konularından biri olmak zorunda değil mi? Ulusal bilinç, aynı zamanda vatan bellediğin toprakların talanına karşı çıkmayı da kapsamaz mı?
Doğayı topyekûn yok eden saldırı, artık bütün dünyada sol, sosyalist, ulusal hareketler tarafından ikincil bir sorun olarak görülmüyor. Türkiye ve Kurdistan’ın ayrıcalığı nedir ki?
Pardon seçimler var değil mi? Kaptırdım kendimi, unutmuşum bir an. Özür dilerim.
Talihsizlik işte; siyanür durduğu yerde durmayıp taşıyor, insanlar “sırası değilken” toprak altına kalıp ölüyorlar. Biraz bekleseler hâlbuki bir şeyler yapardık ama…