Ahmet Güneş
Düştüğümüz yerleri hiç unutmayız. Tehlikeli hatırlamalar hayatın her köşesinde beklerken, yine de yürürüz. Derde deva, sorulara cevap, sonlara ikaz icat ederek bir yerlerde kendimizi yakalarız. Hayatın köşe bucak her yerinde birikmiş, henüz sırra kadem basmamış tüm anları bizimle, bizim emanetimiz. İzahını, mizahını hatta ritmini her daim ilan eden bir isyan da bizimle, o da emanetimiz. Bu taşıdıklarımızla var olduk ve vardık buraya. Bundan sonra? Muhakkak o da bizimledir.
Istırabını her an bir nefes gibi peşimizden koşturan acılar, diplerde sayıkladığımız özlemler, karanlık odalarda, hücrelerde ve en yalnız hallerde duyduğumuz hislerin üzerimize çökmesi. Budur bir yola çıkma sebebimiz, yol aramaya hasretimiz. Yenilmenin henüz sırası gelmemişken, gücü ters çevirip yepyeni zaferler inşa etmeliyiz. Her yanlış anlaşılmanın, duyulmanın, görülmenin ve bilinmenin perdelerini çekip güneşi getirmeliyiz. Bir görev gibi değil, arzulu bir intikam, gerekli bir alacak gibi.
En olmayacak sanılan düşlerimizin başında duran gardiyanları kovup duvarlardan atlamak için; özgürlük yeni anlamıyla barışsın, umut bir tuzak gibi önümüzde yürümeyi bıraksın, cesaret eziyetlerden sıkılsın. Ve daha başka her şey, mümkününü yitirmiş her masal bir kıyamet cenderesi gibi sokağımızda var olsun. Buydu hayat ve düşlerin aynı kaldırımda yan yana yürümesi. Her ihtimal çünkü adı konulmamış ihlaller getirir.
Ezberlerden sıkılan her cümle, her mimik bizimleyken, hatırladıklarımız yöntem ilan ederken, kılavuz yine biz biçiminde birer biz. Toplanıp artık bir rivayet sanılan kalabalıkları bulacağız. Tesadüfen değil bile isteye biraradalık, yan yanalık. Geç kalmış neredeyse, kimin zamanında hapis kalmışsa, hangi dünyada terk edilmişse, gelecek ve bir gelecek olacak.
Tehditler ısrarlara yenilir bir gün. Özgürlük özlendiğinin farkında. Doğruların hükmüne, gerçeklerin anahtarına bir manzara gösterilecek. Hor görülen, kendi kıyısından kovulan, hizasına itiraz eden herkes bakakalacak çünkü rengine kavuşurken renk verecek. Zor sanılan ne kadar da kolaymış, mesafe denilen bir zanmış.
Kelimeler ve hikâyeler sözcüklere yakışacak artık. Yok öyle anlamına sürgün edilmiş rüyaların hilesinde halisünasyonlar görüp debelenmek. Denilmiştir ve yazılmıştır: İnsan masalını arayan bir ülkede doğar, sonra da masalını gömecek bir ülke bulur. Karşılaştığı ya da kıyasladığı efsanelerde kahramanların kılığında hüsrana bir dünya açar. Dünya bu, yelpaze gibi birbirini örten hayatlardan ibaret, o kadar ibret.
Amalar, lakinler, bahaneler, kabahatler tespih tanesi gibi dizilip birbirini kovalar. Acayip değil, sıradan hatta bayağı bir ezber, bitmeyen bir lanet gibi, bir kader gibi varıp bizi üzer. Sonra başlar bir maraton, yenilen zaten yenilgiyle başlamıştı, kazanan zaten kazanacaktı. Buydu burası, öyle kalacaktı diye kapkara bir hüküm. Oysa eski bir ninni, bir avuntu değil, yeni bir ezgiye hikâye olmaya geldik. Bize reva görülen, bizim değildi. Buradaydı gerçek; düştüğümüz yer, hiç unutmadığımız.
Haftanın kitap önerisi: Mihail Bakunin, Devlet ve Anarşi / Çeviren: Murat Uyurkulak, Agora Kitaplığı