Çaresizlik ömre tebelleş oldu. Sayıkladığımız her şey kendi sonunu gördü. Beter ve keder kendi anlamından kovuldu. İhtişamımız ve heybetimiz, bir de hayretimiz burada durup kendine bir yer aradı. Bir dünya aynası, sırra kadavra bulma seansı. Bu çağ ötelerde kaldığını düşündüğümüz her şeyi önümüze serdi.
Gelecek acısı diye bir yara ile yollardayız yine. Kendimize bahaneler, sınırlar ve kapılar bulduk. İnsan bulduğuna benzer, diye bir hatıraya, bir toteme, bir fala ve bir nazara sığındık. Olasılıkların tenhalaşması, tesadüflerin tekinsizleşmesi uzağa götürür, hem de dönülemeyen uzaklara. Başka bir şey başlar orada, kendi dışımızda.
Masum rüyalardan korkunç rüyalara terfi ettik, büyüme cezası bu. İsim değiştirdi bir ara, kâbus oldu. Sonra hayallerle aklamaya çalıştık uykuları. Sabrın bir sonu yok, onu da sabretmekle öğrendik. Sabırsızlığın şefkati yok, hışmı kalmış bize, onu da yaşayarak öğrendik. Yani dünyanın terazisi yok. Dünyanın sorunları ve sonu var.
Islah ettiğimiz masallar bizi aldı bir cehennemin orta yerinde bıraktı. Sıkıntı duvarlarına sığındık, ağlama mesaileri, öfke nöbetleri, aşk halüsinasyonları, sinir çeperleri, ne varsa hepsiyle sınandık. Çok şükür, dünyada insanın başına ne geliyorsa ya yavaş ya da hızlı, hepsinde cambaz olup yürüdük. Var olmanın kabahati yok olmanın gerçeğiyle savurdu herkesi.
Neresi gerçek neresi değil gibi bir çemberin dağılmış halkalarını topladık. Yetmedi, o çemberin içine girdik. Yetmekti tüm mesele ama hiçbir şeye yetişemedik. Kendimize bu gerçekle yeni dünyalar aradık. Dünyalar da yarattık. O dünyaları anlatma ve aklama diye bir dille konuştuk, müziğiyle mest olup şiirler yazdık. Bir rüzgâr gibi geçen o yıllar, ömrümüzdü. Nihayet bunu da anlayarak aldatıldığımızı, en başta da kendimizi aldattığımızı bir sızıyla öğrenmiş bulunduk.
Bu çağ bulunmadı, yaratıldı diye bir gerçekle kendimizi vurduk. Artık yaralı bir keder, yararsız bir gelecek hapishanesinde özgürlük düşlerinin histerisine yakalandık. Bizi bulana, mahvolmuşluğumuzu keşfedene alkışlar ve beddualar layık gördük. Şüphe sokağını bulan şair, hepimizi oraya topladı. Anladık ki herkes şüpheli, herkes şüphesiz adım atmayı unutalı beri, suç da ceza da birbiriyle yarışıyor.
Yorgun düşlerin ağırlığı, yorulmuş ütopyaların hantallığı bizi bir yere götüremedi. Kaldığımız yere şükranlar, yitirdiğimiz her şeye eyvallahlar ısmarladık. Bunun bir kaçış yahut bir vazgeçiş olduğunu kendimize söylemeye asla cüret edemedik. Bu yüzden kalmak bir efsane, gitmek bir hikâye, dönmek bir iftira artık.
Zannetmenin hüsranı, yanılmanın yankısı bir ömür sürer. Her şeye ve herkese bir ayna olur. Çünkü yalanların yarasına gerçekler her zaman derman olamaz. İnanmakla başladı çok şey, inkâr etmekle devam etti sonra. Sezon finali hep hatırlamakla geçip giden bir şeymiş, bunu da yaşayarak öğrenmek boynumuzun borcu, boyumuzun ölçüsüymüş.
Geçmiş zamanın hükmü, gelecek zamanların zinciridir. Feleğin çemberi anlamını kaybetti, kişilerin çemberi başladığından beri. Bir avuç, bir okyanusa yem atıyor. Burada başlayan itaat dışarıda kalanın katli oluyor. Oysa salvolar ve sloganlar atanlar toprak altında geçmişlerinden bihaberler artık, çok şükür. Umut isyanda, umutsuzluk bizimle.
Haftanın kitap önerisi: Andre Gorz, Son Mektup-Bir Aşk Hikâyesi / Çeviren: Alev Özgüner, Ayrıntı Yayınları