Böyle yok etme üzerine kurgulu bir sistemde gezegen, insanlara daha ne kadar yaşama hakkı tanıyacak acaba? Bu soruyu buraya vidalayalım ve devam edelim. Evet, hem dünya hem memleket ormanları eş zamanlı yanıyor. Sadece memleket yanıyor, dünya yanmıyor olsaydı; gezegen yine yanıyor olacaktı! Çünkü gezegen, üzerindeki canlı ve cansız varlıklarla birlikte bir bütün.
Sınırlar çizgidir
Üzerinde fırtınalar koparılan sınırlar, suni olarak devletler tarafından çekilmiş çizgilerdir. O kadardır; daha fazla değildir, en çok da ekoloji için böyledir. Bugün oluşturulan ülke sınırları ve onunla ilgili kurallar, sadece insanlar için engel. Oysa geçmişte -çok değil, 100 yıl önce insanlar için ülke sınırları engel değildi; herkes istediği ülkeye özgür biçimde gidebiliyordu. O yıllarda ürünlerin serbest dolaşması yasaktı, birçok yerde mallar için konulan vergilerden oluşturulmuş gümrük duvarları vardı. Şimdi sınırlardan tüccarların, sanayicinin malları hiçbir mâniaya takılmadan elini kolunu sallayarak geçerken, insanların geçmesi yasak oldu. Üstelik yasaklar, yoksul insanlar için geçerli, sermayeye her yer ve bütün yollar şose. Bu konuyu derinleştirmeyeceğim. O başka bir yazı konusu, belki ilerde ele alırım.
Ekoloji ve sınırlar
Sınırlar hakkındaki görüşlere başka bir güzergâhtan -ekoloji üzerinden- devam edelim. Kestirmeden söylemek gerekirse, ülke sınırları ekoloji için yok hükmündedir. Çünkü ekolojideki canlı ve cansız varlıklar, insanların belirlediği sınırları tanımaz ve bilmez; aşar gider. Mesela rüzgâr ve nehirleri ülke sınırları kesemez. Kanatlılar, insanlar tarafından belirlenen sınırlara aldırmaz üzerinden uçar, aşar. Kanatlılar sınırların üzerinde bir yandan kanat çırparken diğer yandan kakalarını serper geçer. Kuşlar, ülkelerin hava sahalarına, su canlıları devletlerin belirlediği deniz sahasına kulak asmaz. Kısacası, dünya ve ekoloji bir bütündür, birliktir, barıştır. Sermaye ise, kâr, daha fazla kâr için birlik ve bütünlüğü bozan sınıftır. Nifakçıdır. Bunun nedenleri elbette daha geniş ele alınması gereken bir başka yazı konusudur.
Baltayı ayağa vurmak
Bir coğrafyada yaşanan ekolojik felaket bütün ülkeleri dolayısıyla gezegeni ilgilendirir demiştik. Biliyoruz. Memleket yangınları üzerinden bir nebze açıklayalım. Türkiye’deki orman yangınları sonucu yok olan ağaçlar ile diğer canlılar, yani orman biyoçeşitliliği dünya vücudunun -ana gövdesinin- bir uzvuydu. Bu uzuv yangın marifetiyle gezegenin ana gövdesinden koptu/koparıldı. Ana gövdeden bu kopuş/koparılış ile dünya sakatlandı, eksiklendi. O yüzden Türkiye’nin orman yangınları dünyanın sorunu, diğer coğrafyalardaki yangınlar da Türkiye’nin meselesidir.
Peki
Yaklaşık olarak 30 yılı aşkın zamandır bilim insanları, devletleri uyardı, iklim değişikliğini anlatmaya çalıştılar. Başta fosil yakıt tüketimi ve ekoloji tahribatından vazgeçilmesi gerektiğini söylediler. Zamanımızın kalmadığının altını kalın çizgilerle çizdiler. Yönetenler ve sermayedarlar aldırmadılar. Ancak bugün uzman iklim bilimciler, yangınların nedenlerini sıralarken, ilk sırayı iklim değişikliğine vermektedirler. O halde söyleyelim: Fosil yakıt kullanımı, maden aramaları, HES’ler, JES’ler, termik santraller, RES’ler, GES’ler iklim krizinin sebepleri değil mi? Evet. İklim krizi de, gezegen ve memleket yangınlarının en baş nedeni değil mi? Öyle! Öyle ise hükümet yangınlardan ders çıkarmıyor, “yangınlar bize vız gelir, umurumuzda değil. Bizim için önemli olan sermayenin kendisini doğa dahil her şeyden yeniden üretmesidir” politikasını güdüyor, tercihini bu bir avuç şirketten yana kullanıyorsa mesele sistem meselesi olur. İşte bu yanlış sisteme hükümetler politik tercihleri ile destek vermektedirler. Başka bir deyişle ekolojiye karşı hükümet ve sermaye birlikte savaş açmış durumdalar. İşte yangın söndürme konusundaki yetersizlik ve “tutukluk” da bu yanlış sistem kaynaklıdır. Bu bakımdan yangınlara havadan yeterince müdahale edilmemesi en azında iktidarın görev kusuru-ihmali olarak tarihe not edilmelidir.
Yangınların sorumlusu kim?
Hükümet, yangın söndürme sorumluluğunun belediyelerde olduğunu söylüyor. Bu doğru değil. Eğer yangın kentten çıkmış ve ormanlık alana sıçramış olsaydı, yangının sorumluluğu ve söndürme görevi elbette belediyelerin olurdu. Fakat yangın hükümetin görev sorumluluğunda olan ormanda çıkmış, yerleşim yerlerine sıçramıştır. Bu durumda hükümetlerin ormanları korumamanın, yangına müdahalede eksik ve tutuk kalmadan kaynaklı görev kusuruna yerleşim yerlerindeki mal ve can kaybına neden olmak da eklenmelidir.
Baltayı taşa vurmak
Çıkan yangınların insanlar tarafından çıkarıldığı söylenmektedir. Yani insanlar söz ve karar birliğine varmış; Türkiye’de 181 yerde yangın çıkarmış, yetmemiş, bütün dünyanın farklı coğrafyalarında ve geniş alanlarda ormanları yakmış, öyle mi? Ayrıca yangın çıkarma işi örgütlere fatura edilmektedir. Dünyanın bütün örgütleri koordine içinde dünyayı ateşe mi verdiler? Canımız ve canlarımız yandı ve yanıyor hala. Bırakın bu hafif-ucuz politikalarla hedef saptırmaları, sorumluluktan kaçma ve hedef saptırmaları. One minute dürüst olun! Bu söylenenler, yönetememenin sonucu baltayı taşa vurmaktır. Başka bir şey değil!
Fıtrat
Yanan yerlerle ilgili olarak 455 kilometrekarelik maden çıkarılması için ruhsat verildiği söyleniyor. İnanmak istemiyorum, ama bu hükümetin bunu yapmış olması beni şaşırtmayacağını da belirtmek isterim. Çünkü fıtratında var.
Çözüme katkı
Kapitalist üretim ilişkilerine karşı çıkmadan, ekoloji tahribatından vazgeçmeden gezegenin huzura ermesi mümkün değildir. Bu nedenle Meclis hemen toplanmalı ve “ekolojiye zarar verme olasılığı olan kanun teklifi yapılamaz” maddesini anayasanın değişmez ve değiştirilemez maddesi haline getirmeli ve uygulamalıdır.
* Kaybettiğimiz tüm canlılara saygıyla…