Eren Keskin
Yaşadığımız coğrafyadaki cezaevlerinde çok büyük sorunlar yaşanıyor, çok büyük hak ihlalleri var ve maalesef ki mahpusların sesini yeterince duyuramıyoruz.
Her şeyden önce 19 Aralık 2000 yılında, izolasyon sistemine geçiş nedeniyle cezaevlerinde büyük bir operasyon oldu. Bir günde 42 kişi katledilerek cezaevlerinde izolasyon-hücre sistemine geçiş yapıldı.
O zamanlar, insan hakları savunucuları olarak bu olaya karşı çok yoğun tepki gösterdik. Gerçekten toplumun çok büyük bir bölümünün gündemine girdi cezaevlerindeki izolasyon sistemi… Bunun insanlık dışı bir yöntem olduğunu, tecridin insan haklarıyla bağdaşmadığını, hatta tecridin ölümlere sebep olacağını defalarca, insan hakları savunucuları olarak dile getirdik.
Ancak devlet aklı kararını vermişti ve insanları öldürme pahasına cezaevlerinde izolasyon, tecrit sistemine geçiş yapıldı.
Çok uzun yıllardır çok büyük sorunlar var ama yılların geçmesiyle birlikte ve cezaevinde kalan insanların çok uzun süreler cezaevinde kalmış olmaları nedeniyle artık bütün bu sorunlar patlak vermeye başladı.
Özellikle hasta mahpuslar açısından, çok büyük sorunlar yaşanmakta. Türkiye’de yargı maalesef ki gerek işkencenin belirlenmesinde gerekse bir insanın hasta olup olmadığının, yani cezaevinde yatamayacak derecede, kalamayacak derecede hasta olup olmadığının tespiti konusunda sadece Adli Tıp raporlarını delil olarak kabul ediyor.
Oysa ki Adli Tıp bir resmi bilirkişilik kurumu; yani Adli Tıp, tamamen siyasi iradeye bağımlı ve sadece siyasi iradenin istediği doğrultuda raporlar vermekte… Bu nedenle cezaevlerinde ölüm derecesinde hasta olan birçok mahpus, Adli Tıp raporlarıyla “cezaevinde kalabilir” şeklinde düzenlenen raporlarla, cezaevinde kalmaya devam ediyorlar.
İnsan Hakları Derneği’nin tespitlerine göre şu anda, 1.605 tane hasta mahpus var; bunların hepsi ağır hasta durumda. Kimileri kalp hastası, kimileri kanser, kimileri felçli yani yaşamını cezaevinde devam ettiremeyecek kadar hasta olan mahpus sayısı 1.605…Bu, hiç de az bir sayı değil. Ne yazık ki bazı mahpuslar, yaşamlarını yitirerek cezaevinden çıkabiliyorlar; aileleri onların ancak ölü bedenlerini alabiliyorlar cezaevlerinden…
İnsan Hakları Haftası’ndan bu yana, 6 mahpus yaşamlarını yitirdi cezaevinde. Sadece 10 Aralık’tan bugüne kadar 6 mahpus yaşamlarını yitirdi. Bunların bir kısmı şüpheli ölüm, bir kısmı gerçekten hasta olmalarına rağmen Adli Tıp’ın verdiği raporlarla cezaevinde yaşamaya devam edip, hastalıkları nedeniyle ölenler; ama bazıları ise şüpheli ölüm…
Bu şüpheli ölümlerden biri de, müvekkilimiz Garibe Gezer’in Kandıra cezaevinde yaşamını yitirmiş olması. Garibe Gezer, daha önce kendisine yönelik uygulanan yoğun izolasyon, hatta izolasyon+ izolasyon anlamına gelen süngerli odaya konulması sonrasında, yaşamını sonlandırmaya karar vermişti. Bu bir tepkiydi aslında yaptığı… 2021 yılının Temmuz ayında, yaşadığı yoğun izolasyona tepki olarak kendi yaşamına son vermeye kalkmıştı ancak kurtulmuştu o dönem.
Yaşadığı bu izolasyonun kendisinde yarattığı travmayı bilmelerine rağmen, cezaevi idaresi hem onun işkence ve cinsel işkence mağduru olduğunu, bunun yarattığı travmaları hiçe sayarak, ona yönelik izolasyonu daha da artırma yoluna gittiler. Ve Maalesef ki, 9 Aralık 2021 günü Garibe Gezer’in şüpheli bir şekilde Kandıra cezaevindeki izolasyon hücresinde cansız bedeni bulundu.
Aslında Garibe Gezer’in yaşadıkları, cezaevinde yaşamı boyunca itirazları, izolasyona karşı gösterdiği tepki, gerçekten bir isyan niteliğinde. Aslında Garibe Gezer’in yaşadıkları şu anda cezaevinde olan birçok mahpusun, hasta ve izolasyon mağduru birçok mahpusun yaşadıklarının bir özeti…
İzolasyon sistemi içinde bir de cezaevlerinde, kameralarla en özel alanların bile görüntülüyor olması, cezaevlerindeki mahpuslar açısından son derece onur kırıcı ve travmatik bir özellik taşımakta.
Bu nedenle bu kamera uygulaması nedeniyle birçok kadın mahpus, “yaşamımızın her alanı kontrol altında, her an kendimizi taciz ediliyor gibi hissediyoruz” diyerek itirazlarını dile getirmekteler.
Ne yazık ki, siyasi iradenin ayrıştırıcı, ötekileştirici, tek tipleştirici ve son derece şiddet içeren dili ve uygulamaları, cezaevinde çok yoğun bir şekilde karşımıza çıkmakta ve bu politikaların giderek ağırlaşması söz konusu .. Çünkü AKP’nin MHP ile yaptığı ittifak sonucunda giderek faşizan nitelik taşıyan uygulamalar, her alanda yoğunluğunu artırmakta.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti genel olarak tüm cezaevlerinde izolasyon sistemini, tecrit sistemini uyguluyor. Bunlardan belki de en açık bir şekilde göze çarpanı, İmralı Cezaevi.
İmralı cezaevindeki tecrit yıllardır devam ediyor. Türkiye’nin hem iç hukukuna hem de altına imza attığı uluslararası sözleşmelere aykırı bir biçimde, İmralı Cezaevi’nde kalan Abdullah Öcalan ve diğer mahpuslar, aileleri ve avukatlarıyla görüştürülmüyorlar.
Bütün bu durumlar ve bu uygulamalar, hem Türkiye’nin kendi iç hukukuna aykırılıklar taşıyor hem de uluslararası sözleşmelere büyük aykırılık teşkil ediyor.
Bu nedenle de tüm insan hakları savunucularının, bu konuda tavır almak konusunda bir arada olmaları gerektiğini düşünmekteyiz. Özellikle bu konuda uluslararası dayanışmanın önemine de çok inanıyoruz.