Geçen hafta medyada stajyer emeğinden söz etmiş, bu dönem medya sektörüne dahil olmanın eskiye oranla daha zor olduğundan bahsetmiştik. Buradan devam edelim.
İletişim fakültelerinin gazetecilik bölümleri her sene binlerce yeni mezun veriyor. Bu mezunların bir kısmı zaten çoktan gazetecilik mesleğinden vazgeçmiş oluyor, diğer kısmı ise gazetecilik ideallerini sahiplenerek, aklında yatan gazeteciliği gerçekleştirebileceği kurumların, alanların peşinde koşuyor.
Günümüz medya ortamında üç tür yapıdan söz edebiliriz. Birincisi, doğrudan saraya bağlı, propaganda bültenleri; ikincisi AKP’nin kontrolü altına geçmiş, ancak (az da olsa) özerk görünme derdinde olan ve var olan yapısını bir derece koruyan Demirören, Ciner gibi gruplara bağlı yayınlar; üçüncüsü ise muhalif medya. Gazetecilik bölümünden mezun bir genç için stajyer olarak sektöre girebileceği alanlar bunlar.
Muhalif medya sürekli baskılarla karşılaşması ve maddi imkânsızlıkları nedeniyle çok sınırlı bir talebi karşılayabiliyor. İkinci grup ise, gazetecilik yapmaktan, yanlışlıkla haber üretmekten ölesiye korktuğu için insanları işten çıkartıyor, çıkartmadıklarını ise gazetecilik yapmamak konusunda tembihliyor. Geriye ise en çok sayıda gazete ve televizyonu içerisinde barındıran yandaş grup kalıyor. Politik dertleri olmayan birisi için Sabah, Akşam, Star gibi yayınlar bir çalışma alanı olarak görülebiliyor. El koyma yöntemiyle AKP’lileştirilen bu gazetelerde, AKP’li olmayan ve el koyma sonrası işten atılmayan insanlar çalışmaya devam ediyor zaten.
Tuğba Tekerek, birkaç ay önce International Press Institute için hazırladığı makalede, yandaş gazetelerde çalışan insanlarla yaptığı görüşmelere yer vermişti. Kendisini muhalif olarak tanımlayan birisi şunları diyordu örneğin: “Biz biraz Erdoğan adına düşünüyoruz; ‘Acaba Erdoğan ne der?’ Bunu tüm yandaş medya yapıyor”. Ardından ise şunları söyleyerek, yandaş bir gazetede spor bölümünde veya kültür sanatta çalışmanın dahi elleri temiz tutmaya yetmediğini gösteriyordu: “Rıdvan’la Arda, sosyal medyada ‘evet’ kampanyası başlatmıştı. Sayfaya manşet yaptım, öyle bir başlık attım ki sanki bütün futbolcular ‘evet’ diyor: ‘Güçlü Türkiye için futbolcular ‘evet’ dedi.’ Çünkü, o dönem referandum vardı ve ‘evet’in her şekilde propagandası yapılmalıydı. Ama, taraftar ‘hayır’ pankartını stada sokamadığında onun haberini girmiyorsun.”
Kalifiye eleman yokluğu nedeniyle, “bizden” olmayan ama “zararsız” görülen insanları istihdam etmeye devam eden bu kurumlar, stajyerliği, gününün her saatinde Erdoğan için, Erdoğan adına düşünen sadık bir yandaş yaratma süreci olarak görüyor. Aslında bundan 6-7 sene önce Marmara İletişim’e karşı açılan savaş, yandaşların henüz üniversite sıralarında yaratılması ve gazetecilik adaylarının bir takım değer ve fikirlerle zehirlenmemesi gayesini açık ediyordu. Diğer köklü okul Ankara İletişim’in de KHK’larla alt edilmesinin ardından, gazetecilik eğitimi alanı da zararsız bir hale getirildi diyebiliriz.
Tekerek’in makalesinde gördüğümüz gibi, yandaş medyaya dahil olan kurumlar, spor sayfalarıyla, ekonomi bölümüyle, hafta sonu ekleriyle, yani her şeyiyle tek bir amaca hizmet ediyor: Erdoğan ve AKP propagandası. Bu nedenle buralarda çalışmayı, profesyonellikle ya da geçim derdiyle açıklamanın bir anlamı yok. “Gözümü kaparım, işimi yaparım” anlamında profesyonellik gazeteciliğe uygun bir olgu değil kesinlikle. Belli bir etik çerçeve içerisinde icra edilmesi gereken ve toplumsal karşılıkları olan bir meslek olarak gazetecilik, gazetecinin bir konum belirlemesini de zorunlu kılıyor.
Yandaş medyada çalışmaya devam edip, geçim derdinden dem vuranlar konumlarını belirleyen insanlar aslında. Bu, AKP’nin herhangi bir düzeyinde profesyonel olarak çalışan insanların olduğu konum. Gazetecilik yaptığı için değil, AKP’nin propagandasını yaptığı için maaş alanların olduğu bir konum. AKP’nin, sadece medya alanını ele geçirmediği, bütün olarak gazetecilik mesleğini hedef aldığı, gazeteciliği yapılamaz hale getirmeye çalıştığı böyle bir dönemde, gazetecilik bölümü mezunları haysiyet ile para arasında daha çok sıkışıyor.