Yalan yanlış bilgileri doğruymuş gibi yansıtarak insanları yanıltmak, kara propagandayla bilgi kirliliği yaratmak, literatürdeki adıyla ‘dezenformasyon’ bu ülkenin medyasında hiç eksik olmadı ama denilebilirki hiçbir dönemde bu derece azmadı.
Manipülasyona, toplumun ‘güdülenmesi’ne ve insanlara bilerek çarpıtılmış, kurgulanmış bilgi iletilmesine ilişkin, dünden bugüne değişen tek şey bunların metodolojisiyle ilgili.Daha aleni daha pervasız oluşuyla ilgili.
Muktedir söylem en üst perdeden ve yüksek volümde olunca, sahibinin sesi hazır ve nazır medya her daim emre amadedir.
Kamplaştırarak, birbirine düşürerek iktidarını sürdürme anlayışı çok eskilere dayanır. Tecrübeyle anlaşılmış ki, halk birbirini sever, birbirine güvenir, birlik içinde olursa, kendileri için yeni haklar, daha iyi yaşam koşulları filan istiyorlarmış, bu da devleti sıkıntıya sokuyormuş. Şayet toplum devamlı olarak birbiriyle didişir, birbirine düşerse, bu endişe ortamında canının derdine düşen insanlar, daha iyi bir hayat yaşayalım diye, devletten hak isteme uğraşına giremiyorlarmış.
*
Kutuplaştırmanın ve ötekileştirmenin sıradan ve olağan karşılandığı ve aynı zamanda meşrulaştırıldığı bir toplumda bireyin tek başına bu illetin üstesinden gelmesi düşünülemez..
Bunun için her alanda gerçeği görünür kılmak için çalışmak, mücadele etmek gerekiyor.
Türlü türlü oyunlara başvuruyorlar. Bazı gerçek bilgileri ve gözlemleri yanlış yorumlar ve yalanlarla karıştırmak veya bazı gerçek bilginin sadece bir kısmını vererek yanlış yorumlarla bilgiyi dağıtmak, yaygın taktiklerinden oldu hep.
Dezenformasyonun en bildik yöntemidir: Eğer hedef kitle bu tip kontrolden etkilenebilecekse uygulanan diğer bir teknik, gerçeklerin gizlenmesi veya sansürlemedir. Eğer bilgi alma kanalları tamamen kapatılmadan bırakılabilirse, bu kısıtlı bilgilerin yalanlarla doldurulabilmesi ve hasmın kolayca ispatlanamaz birçok iddialar ile birlikte kuşkulu bir halde bırakılabilmesi mümkündür.
*
Okuduğumuz gazeteden dergiye, seyrettiğimiz televizyondan dinlediğimiz radyoya, atılan nutuklardan tıkladığımız internet sayfalarına eleştirel gözle bakmak gerekir. Her söyleneni, her yazılanı doğru kabul ediyorsak fikir altyapımızı sağlam ve sağlıklı inşa etmemişiz demektir.
Paulo Freire: “Ezilenlerin Pedagojisi” adlı yapıtında şöyle der: “Ezenler iktidarda kalmak için çoğunluğu bölmek ve bölünmüş halde tutmak zorundadır. Bu yüzden kendine halkın birliğini hoş görme lüksünü tanıyamaz; çünkü bu, hiç kuşku yok ki hegemonyasına ciddi bir tehdit demek olurdu. Dolayısıyla, ezenler, ezilenlerde biraz olsun birleşme ihtiyacı uyandırabilecek her tür eylemi tüm araçlarla (şiddet dâhil) önlerler. Birlik, örgütlenme ve mücadele gibi kavramlar derhal tehlikeli olarak damgalanır.”
Gerçeklerı yazmaya çalışanları ağır cezalara çarptırılarak seslerini kısmaya çalışan yine bu anlayıştır. Yani olguyu ve bilgiyi kirletenlere ulufeler dağıtılırken, gerçeği bulmaya ve ortaya çıkarmaya çalışanları anında engelliyor, cezalar veriyor, hapislere atıyor.
Bizler olan biteni sorgulamadıkça bizim adınıza hep onlar konuşacak, gerçeği saklamak ve söylememek için türlü oyunlara başvuracaklar..
Toplumu tek mantalitenin tek tip piyonları, köhnemiş paradigmaların figüranları yapmak istiyorlar. Nazım’ın dediği gibi; söylenen tüm yalanlar bezirgan saltanatlarının sürmesi içindir:
“…Ses yalan söylüyorsa, / söz yalan söylüyorsa, / ellerinizden başka her şey / herkes yalan söylüyorsa / elleriniz balçık gibi itaatli, / elleriniz karanlık gibi kör, / elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun, / elleriniz isyan etmesin diyedir. / Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız / bu ölümlü, bu yaşanası dünyada / bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir”