Deprem öncesinde Erdoğan, seçimlerin 14 Mayıs’ta yapılacağını duyurmuştu. Deprem sonrasında Arınç ve AKP çevresinden diğer kimi isimler seçimin ertelenmesini gündeme getirmiş; Erdoğan da depremin ilk günlerinde yaptığı konuşmalarda depremin tahribatını ortadan kaldırmak için bir yıl süre istediğini dile getirerek, seçimin ertelenmesinden yana olduğu sinyalini vermişti. Ancak muhalefetin seçim ertelemesinin anayasaya aykırı olduğu ve buna müsaade etmeyecekleri konusundaki tavrı mı etkili oldu yoksa ertelemeyi meşrulaştırmak için kararın YSK tarafından açıklanması gibi “kurnazca” bir senaryo mu oynanmakta, bilemiyorum ama Erdoğan seçim için yine 14 Mayıs’ı işaret etti.
Demokratik toplumlarda halk seçimlerde sandık başına giderek mevcut iktidarın icraatlarını değerlendirir; beğenmiyorsa değiştirir, beğeniyorsa iktidarın devamına onay verir. Anayasasında “demokratik, hukuk devleti” olduğu belirtilen Türkiye’de de -teorik olarak- seçimlerden beklenen budur. Ancak darbe dönemlerinde hazırlanan seçim yasalarıyla ve AKP’nin kalıcılaştırdığı otokratik rejim sayesinde seçimlerin yerine getirmesi gereken işlev, büyük ölçüde ortadan kalkmıştır.
Eğer 14 Mayıs’ta seçimler, “demokratik, hukuk devleti”nin gerektirdiği koşullarda yapılırsa AKP iktidarı, 2018 seçimlerinden bu yana geçen beş yıldaki icraatlarıyla değerlendirilecektir. Geçtiğimiz beş yılda ilk akla gelenler; ekonomik kriz, pandemi ve elbette Maraş depremleridir. Bunlar dışında iş cinayetleri, kadın cinayetleri, çocuk tacizleri, belediyelere atanan kayyumlar, sınırötesi operasyonlar, orman yangınları, seller vb pek çok konu da sandık başında değerlendirilmeyi hak etmektedir. Beş yıl gibi bir zaman diliminde böylesine felaketi, rezaleti halka yaşatmış bir iktidarın demokratik bir seçimde sandıktan çıkma olasılığının “sıfır” olması gerekir. Sadece demokratik bir seçimde değil; otokratik bir düzende bile -özellikle depremin ortaya çıkardığı çürümüşlükle- toplumsal meşruiyetini önemli ölçüde kaybetmiş bir iktidarın tüm antidemokratik müdahalelere rağmen seçim kazanması zordur.
AKP’nin seçimi kazanmasının tek yolu, karşısındaki rakiplerin -yani muhalefetin- iktidar perspektifinden uzak olmasıdır. Aslına bakarsanız, AKP’nin ilk kez iktidara geldiği Kasım 2002 seçimlerinden bu yana altı kez kurulan genel seçim sandığında üstünlük sağlamasının nedeni, karşısında toplumun ihtiyaçlarına yanıt verecek, ideolojik tutarlılığa sahip bir alternatifin bulunmamasıdır. Altı parti, muhalefetin bu makus talihini kırmak ve AKP karşısında bir iktidar alternatifi olabilmek için Millet İttifakı çatısı altında bir araya gelmiştir.
Altı parti Millet İttifakı çatısı altında bir araya gelmesine gelmiştir de iktidar perspektifine sahip olabilmiş midir?
Şunu hemen söyleyelim: 2018 seçimlerinden bu yana halkın maruz kaldığı felaket ve rezaletlere karşı Millet İttifakı, sorunları çözecek bir alternatif ortaya koyamamıştır. Örneğin ekonomik krizi aşmak için AKP’nin uygulamaya çalıştığı -aslında krizin de nedeni olan- neoliberal politikaları daha iyi uygulamak dışında bir önerileri yoktur. Öte yandan depremlerin afete dönüşmesini engellemek üzere barınma hakkını esas alan kamucu bir anlayışı savunmaktan halen uzaktırlar. İş cinayetleri, kadın cinayetleri, sınır ötesi operasyonlar (ve Kürt sorunu) üzerine toplumu ikna edecek bir politika üret(e)memişlerdir.
Millet İttifakı’nın en önemli iddiası, tek adam rejimini ortadan kaldırıp “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” ile millet iradesini egemen kılmaktır. Ancak daha masa oluşturulurken Türkiye’nin üçüncü büyük partisi olan HDP ve ona oy verenler yok sayılmıştır. Millet İttifakı’nın yok saydığı sadece HDP seçmeni değildir. Cumhurbaşkanı adayı belirleme sürecinde görüldüğü gibi, demokratik kitle örgütleri ve hatta İttifak’ı oluşturan partilerin üyeleri ve seçmenleri de yok sayılmış; adayın kim olacağı altı “tek adam”ın ve onların yakın çevrelerinin inisiyatifine bırakılmıştır. İşte bunlar Millet İttifakı’nın iktidar perspektifine sahip olmadığını göstermektedir ve tüm rezilliklerine rağmen AKP’ye seçimi kazanma şansı vermektedir.
Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı olarak kimi belirleyeceği ve seçim sürecini nasıl yöneteceği önemlidir elbette. Ama ondan daha önemlisi Emek ve Özgürlük İttifakı’nın seçimlerde ve sonrasında izleyeceği stratejidir. Zira seçimin sonucunu da Türkiye halklarının geleceğini de Emek ve Özgürlük İttifakı’nın tutumu belirleyecektir.