Amerika Birleşik Devletleri’nde geri sayım başladı. Kasım ayında yapılacak seçimler yeni başkanı belirleyecek. Ülkenin dünya ekonomisi ve siyasetindeki ağırlığı dikkate alındığında ABD seçmenlerinin kendileriyle birlikte dünyanın yakın geleceğini de belirleyecekleri görülüyor.
Perşembe günü tamamlanan Demokratik Konvansiyon, Kamala Harris’in adaylığını resmen onayladı. Harris ve yardımcısı Tim Walz, ağustos sonu itibarıyla anketlerde öne geçmiş bulunuyor. Ama önümüzdeki iki ayın neler getireceği bilinmez. Daha birkaç hafta öncesine kadar Cumhuriyetçi aday Donald Trump önde görünüyordu. Haziran ayında Başkan Joe Biden’la çıktığı televizyon münazarasında rakibinin sorunları nedeniyle puan toplamış, temmuz ayında yaşanan suikast girişimiyle kamuoyundan geniş sempati ve destek sağlamıştı. Bu gelişmelerin ardından toplanan Cumhuriyetçi Konvansiyon’da Senatör J D Vance’ı başkan yardımcısı adayı olarak belirlemesi de puan kazandırıcı bir hamle oldu.
Trump’ın atılımı, Demokratları radikal kararlara zorladı. Parti kadroları ve ünlü taraftarlar arasında başlayan muhalefet sonucu Başkan Biden adaylıktan çekilerek yarıştaki yerini Kamala Harris’e bıraktı. Biden karşısında talimli ve hazırlıklı olan Trump, beyaz olmayan bir kadın rakiple nasıl yarışacağı sorusu etrafında bocalıyor. Başlangıçta yaptığı ırkçılık ve cinsiyetçilik kokan yorumlar, Cumhuriyetçi seçmen arasında da soğuma yarattı. Son olarak Harris’e komünist damgasını vurarak “Yoldaş Kamala” hayali tiplemesi üzerinden karşıt bir söylem oluşturma çabası içinde görünüyor. Bunu yaparken Türkiye’de başvurulan “montaj” yöntemlerini kullanmaktan da çekinmiyor. Yapay zekâ kullanımıyla Harris’i kürsüden orak çekiçli kızıl bayraklarla donanmış bir kitleye hitap ettiği görseller oluşturuluyor. Bu yetmiyor; Trump montajı kendisinin değil de Harris’in yaptığını, hitap ettiği kitleyi yapay zekâ yordamıyla görüntülerde olduğundan büyük gösterdiğini iddia ediyor.
Bu imaj bombardımanının ardında Cumhuriyetçilerin esas olarak “göçmen istilası” ve Ukrayna savaşının maliyeti üzerinden bir kampanya yürüteceği anlaşılıyor. Ülke gündeminden hiç eksik olmayan ekonomik sıkıntıların kaynağında göçmenlerin yarattığı işsizlik ve yanlış dış siyaset uğruna boşa yapılan harcamalar olduğu iddiaları seçim tarihi yaklaştıkça sivriltilecek. Harris’in başkan yardımcılığı döneminde dış siyasete pek karışmamış olsa da güneydeki Meksika sınırının güvenliğiyle ilgili çalışmalar yaptığı biliniyor. Cumhuriyetçiler, Harris’i ülkeye yasa dışı girişleri durdurmakta yetersiz kalmakla suçluyorlar. Burada da Türkiye siyasi gündemiyle paralellikler göze çarpıyor. Ümit Özdağ’ın “sıfır çözüm” olarak sınırlara yeniden mayın döşenmesi talebi kadar vahşice olmasa da Trump, Meksika sınırına bir duvar öreceği vaadini her fırsatta tekrarlıyor.
Ekonomik göstergeler gerçekte önemli bir sıkıntıya işaret etmiyor. Donald Trump’ın başkanlık döneminde Çin’le sürmekte olan ticaret savaşına yönelik gümrük tedbirleri alınmış ve iç ekonomide bir canlanma hissedilmeye başlamıştı. Pandemiyle birlikte kesintiye uğrayan bu süreç aslında Biden yönetimi altında yeniden toparlandı. Bu nedenle Demokratların seçmen desteğinde bir azalma söz konusu değil. Harris kampanyasının en çok Gazze savaşı konusunda hem sağdan hem de soldan darbe almaya açık olduğu gözlenebilir. Şikago’da Demokratik Konvansiyon’un yapıldığı bina önünde Filistin taraftarı göstericiler İsrail’e ambargo talebini dile getiriyor, Harris’i Siyonist savaş politikasını sürdürmekle suçluyorlardı. Öte yandaysa Trump, Demokratları Filistin yanlısı olmakla ve İsrail’e yeterince destek olmamakla suçlamayı sürdürüyor. Biden yönetiminin ateşkes inisiyatifinden olumlu bir sonuç çıkarsa tablo tersine dönebilir ama görünen o ki bu, oldukça zayıf bir ihtimal. Bu durumda Harris’in İsrail’in bekasını desteklerken tarafları barışa davet etme yönünde bir hassas denge üzerinde kurulmuş söylemi her an sarsılma riski taşıyor.
Donald Trump, Ukrayna savaşını bitirme konusundaysa oldukça iddialı. Vladimir Putin’le şahsi dostluğunu, geçmişteki kadar vurgulamasa da kendisi başkan kalmış olsaydı bu dostluk nedeniyle Ukrayna savaşının hiç yaşanmamış olacağı iddiasını sürdürüyor. Biden yönetimi, 2022’den beri Ukrayna Başkanı Zelensky’nin en büyük sponsoru. Ukrayna ordusu savaşı çoğunluğu ABD menşeli silahlarla yürütüyor. Ukrayna’ya birbiri ardına açılan milyar dolarlık savunma kredileri, Amerikan ekonomisi için önemli bir yük izlenimi veriyor. ABD yalnızca Ukrayna değil, NATO harcamaları ve genel olarak Avrupa’nın savunmasına yönelik harcamaları da artırmış durumda. Trump’ın, NATO ve Avrupa savunması üzerine radikal fikirleri olduğu biliniyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında inşa edilen Avrupa’da Amerikan askeri varlığı üzerine kurulu stratejik duruşu kökünden sorguluyor. Bunu yaparken iş adamı refleksiyle kâr-zarar hesabı yapıyor ve Avrupa savunması için yapılan harcamaların gereksiz olduğu, her ülkenin kendi savunmasını finanse etmesi, NATO üyesi ülkelerden pakt bütçesine daha fazla katkı gerektiği gibi noktalar üzerinde duruyor. Başkanlığı döneminde NATO’dan çıkma ya da paktı ilga etme fikirlerini bile dile getirmişti.
Ukrayna’da barış güvercini kılığına bürünen Trump, Ortadoğu ve İsrail söz konusu olduğunda tam bir şahin kesiliyor. Başkanlığı döneminde İran’la nükleer denetim anlaşmasını iptal ederek ambargo ve yaptırımları yeniden başlatması belki de bugünkü sürecin başlangıcı olmuştu. Trump’ın İran düşmanlığı Suudi Arabistan ve Körfez emirlikleriyle dostluğu ve ticari bağlantılarıyla yakından ilgili. Sünni-Şii rekabeti ve çatışmasında Sünni bloktan yana ağırlığını koymuş, zengin Körfez rejimleri başta olmak üzere birçok Arap ülkesini İbrahim Anlaşmalarıyla İsrail’le dostluk eşiğine getirmişti. Biden döneminde gerçekleşen 7 Ekim 2023 saldırısı bu gidişatı baltalamış bulunuyor. Ayrıca yine Biden döneminde Çin’in Kuşak ve Yol projesine alternatif olarak geliştirilen IMEC (Hint-Ortadoğu-Avrupa Koridoru) projesi de İsrail-Hamas savaşı sonuçlanana kadar askıya alınmış bulunuyor. Trump’ın bu engellere karşı İran rejimini bunaltma, gerekirse saldırma olarak tanımlanabilecek bir çözüm önerdiği anlaşılıyor. İsrail’in Hamas’la giriştiği savaşı kazanması bu öneri kapsamında elzem görünüyor.
Demokratlar, Ukrayna’ya desteğin sürmesi konusunda ısrarlı. Zelensky yönetiminin savaşı kaybetmesi halinde Rusya’nın Avrupa içlerine yayılma tehlikesinin artacağı kanısındalar. Ukrayna meselesini küresel ölçekte demokrasilerle kapalı rejimler arasındaki mücadelenin bir yansıması olarak değerlendiriyorlar. Rusya’nın kazanması, demokrasi karşıtı güçlerin zaferi anlamına gelebilir. Ortadoğu konusundaysa Trump’tan farklı olarak İsrail ve Filistin önderliği arasında iki devletli bir çözüm için girişimlerde bulunuyorlar. Suudi ve Körfez rejimleriyle işbirliğini sürdürme perspektifiyle birlikte İran’a mutlak düşman olarak bakmıyorlar. Ortadoğu’da dinler ve mezhepler arası askeri çatışma yerine İsrail’le uzlaşma, İran ve İsrail rejimlerini ılımlılaştırma perspektifine sahip oldukları anlaşılıyor.
Özetle dünya kamuoyu, Trump iktidara gelirse Avrupa’da barış Ortadoğu’da savaş, Harris seçilirse Avrupa’da savaş Ortadoğu’da barış gibi asimetrik ihtimallerle karşı karşıya bulunuyor. Bunlardan hangisinin hangi ülkeler için iyi ya da kötü olduğu konusunda akıl yürütmek için henüz erken. Çin’le ticaret savaşıysa her iki seçenek altında da sürecek gibi görünüyor. Trump, Çin’i gerekirse askeri yöntemlerle durdurulması gereken küresel ekonomik düşman olarak görürken Demokratlar tarafından Çin anti-demokratik bir dünya egemenliği tehlikesinin en önemli güç odağı olarak görülüyor.
Trump yönetimi, Türkiye’nin Kürdistan siyaseti karşısında oldukça toleranslı davranmıştı. Türkiye’nin Suriye topraklarına yaptığı son üç müdahale, Trump döneminde gerçekleşti. Biden yönetimiyse Suriye’deki Kürt güçlerle kurulmuş olan ittifakı sürdürme konusunda daha kararlı görünüyor.
Kasım yaklaşıyor. Dünyanın yakın ve orta vadeli kaderi büyük ölçüde Birleşik Amerika halkının tercihiyle belirleneceğe benzer.