Gelecek yıl nerede olacağımdan ve hatta yaşıyor olup olmayacağımdan bile emin değilim ama yayın dünyasındaki 50. yılımı kutlayacağım! Dile kolay, yarım asırdır yayıncılık sektöründeyim. Ama sizi temin ederim ki, her yeni kitabı ya da yeni bir gazetemizi gördüğümde heyecandan adeta elim-ayağım titrer!
Örneğin “Özgür Basın Tarihi” kitabım-kitabımız nihayet matbaadan geldi. Sanki her satırını bilmiyormuşum gibi, elime aldığımda epeyce bir süre kitabı heyecanla inceledim. Oysa kitabı satır satır yazan benim; pek çok bölümüne arkadaşlarım katkıda bulunsa da. Ya da içinde hangi bölümler var biliyorum. Hangi sırada kitapta yer aldılar, elbette ezbere biliyorum. Ama dedim ya, heyecana devam.
Böylesi bir heyecanı bir de dün yaşadım. Aryen Yayınları, son dönemde çıkan kitaplarından bir bölümünü bana bir paket yapıp göndermiş. Kitapların yazarlarının bir kısmını birebir tanıyorum, benim cezaevlerindeki mektup arkadaşlarım. Aralarında Abdullah Öngüllü, A. Hamit Babat var mesela. Sonra sonra birer birer bakıyorum. İşte tuğla gibi kitap, yazarına bakıyorum: Murat Türk!..
Neredeyse, oturduğum sandalyeden zıplayacağım; hah işte, diye. Murat’ı “Böğürtlen Zamanı” romanından beri tanıyorum. Dahası Böğürtlen Zamanı’nı basımından önce ilk görenlerden biri benim herhalde. El yazması ya da daktiloya çekilmiş haliydi. Tam hatırlamıyorum ama romanı okuduktan sonra çok heyecanlanmış ve kitabın basılması için birçok yere başvurmuştum…
İlk Böğürtlen Zamanı yayınlanınca, ikinci bölümü geldi romanın. Sonra da “Köprüdeki Düşman”. Bu romanları defalarca basılıp, Böğürtlen Zamanı sinemaya uyarlanırken, boş boş oturmadı Murat Türk. Öyküler yazdı, hatta şiirler. Şiir kitabından birinde Japon şiir sanatını denedi. Şiir konusu beni aştığı için, bu konuda başarılı olup olmadığı konusunda bir şey diyemem ama Murat’la başka konuda tartıştık hep:) Özellikle içeriden yazar arkadaşlara verdiğim örnek üzerinden. Şöyle ki:
İngiltere’nin en ünlü yayınevlerinden birine, genç biri bir roman getirir, basılması talebiyle. Kitap okunur ve değerlendirilir; sonra yazar yayınevine çağrılır ve kendisine şöyle denir: “Bu kitabı çok beğendik ve basmaya karar verdik; ama bir şartımız var: Bu kalitede bir roman daha yazıp getirmelisin!”
Yazarların yazdığı romanlarda, kendi hayatlarından esintiler olması kadar doğal bir şey olamaz; özellikle de ilk romanlarında. Bu yüzden, yazarın yazar olacağı ilk eserinden itibaren belirmeye başlasa da, daha sonraki eserleri ortaya konuldukça kesinleşecektir.
Benim için Böğürtlen Zamanı’nın çok daha yücelmesi için Murat Türk’ün o çapta ve başka bir mekanda geçen dört başı mamur bir roman yazması gerekir. Murat yazmıyor mu; yazıyor. Öyküleri çok iyi ama konular, halen dağlarda ve cezaevlerinde. Başka mekana geçmesi gerekiyor. Yeni mekanda yaşayacak, çelişkileri yakalayacak ve onları bir romanda kurgulayacak.
Bu konuda belki çok haksız davranıyorum. Çünkü Murat Türk, -bir aksilik yaşatmazlarsa- gelecek yıl tahliye olacak. Dışarının ne menem bir ‘cehennem’ olduğunu gözlemleyecek ve kendisinden beklediğimiz o muazzam eserini ortaya koyabilecektir. Öyle umuyoruz yani.
Şu tuğla gibi kitabına gelince! Hacmi gördüğümde, onu benim beklediğim roman sandım ama öyle değilmiş. Sağ olsun, Aryen Yayınları, Murat Türk’ün değişik yayın organlarında yayınlanmış öykülerini, röportajlarını ve kimi köşe yazılarını derlemiş. Yazıların kimileri -anladığım kadarıyla- bu kitap için ilk kez kaleme alınmış.
Aryen Yayınları’nı Murat Türk’ün bu toplu yazılar kitabı için tebrik ediyorum; çünkü Murat’ın yazdığı her şeyden haberim olduğunu sanıyordum ama ilk kez okuduğum öyküler de, yazılar da var kitapta. Bulup bulup okuyorum onları. Diğer yazıları da okumaya başlıyor ve hatırlıyorum ama yine de tekrar da olsa, sonuna kadar okuyorum. Okurlarımıza, kütüphanelerinde yeni bir Murat Türk kitabı için yer açmalarını öneriyorum. Benim bu önerime kulak verecek birileri vardır diye umuyorum…