Gazetede yan yana iki haber… Birinci haber Kanada menşeyli: Kanada’nın en önemli müzik festivallerinden Ottawa Bluesfest’in, festivalin ana sahnesinin kurulacağı yere yuvasını yapan bir yağmur kuşunun rahatsız olmaması için ertelenmesi gündeme geliyor.
,Festival mekanını yurt tutan yağmur kuşu ve dört yumurtasının, 5 Temmuz’da başlaması planlanan festivalin açılışını geciktirebileceği belirtiliyor.
Bu haberi okuyunca insan hoş bir duyguya kapılıyor, içine bir ferahlık yayılıyor.
Bu haberin yanındaki ikinci haberi okuyunca o ferahlık yerini yürek daralmasına bırakıyor birden. Haber Türkiye’den: ‘Ya sev ya terk et’ geleneğinden beslenmiş bir İçişleri Bakanı, milyonlarca oy alıp Meclis’e girmiş parti liderine telefon açıp tehditler savuruyor. Ve en önemlisi de tehdit edilenler dışında kimseden ses çıkmıyor. Çıkmıyor çünkü nefret söylemi sıradan bir hal aldı, ırkçılık yapılmadan siyaset yapılmıyor. Böyle bir durumda en başta iktidar partisinin yani kendi partisinin karşı çıkması gerekiyor. Demokrasilerde siyasetçiler böyle fütursuzca davranamaz. Hele de halkın güvenliğinden sorumlu bir İçişleri Bakanı anında görevinden alınır.
Evet. Bir ülkenin İçişleri Bakanı Meclis’e üçüncü sırada girmiş bir partinin eşbaşkanına telefon açıp ‘Size haddinizi bildireceğiz, size artık yaşama hakkı yok. Sizler sorumlusunuz, nereye gidiyorsanız gidin. …Avrupa’ya mı gidiyorsunuz, nereye giderseniz gidin” diyebiliyor.
Türk ırkçılığının duayenlerinden Nihal Atsız’ın bir zamanlar Kürtler için söylediklerini anımsatıyor:
“Türk milletinin başını belaya sokmadan, kendileri de yok olmadan çekip gitsinler. Nereye mi? gözleri nereyi görür, gönülleri nereyi çekerse oraya gitsinler. İran’a, Pakistan’a, Hindistan’a, Barzani’ye gitsinler. Birleşmiş Milletler’e başvurup Afrika’da yurtluk istesinler. Türk ırkının aşırı sabırlı olduğunu, fakat ayranı kabardığı zaman Kağan Arslan gibi önüne durulmadığını, ırkdaşları Ermenilere sorarak öğrensinler de akılları başlarına gelsin.” (Nihal ATSIZ, Ötüken, 16 Haziran 1967, Sayı: 42)
Bunca zaman geçmiş ırkçılık baki kalmış. Atsız Afrika’yı adres göstermişti, İçişleri Bakanı Soylu, Avrupa yolunu göstermiş. Afrika’yı dahil etmemiş.
Ne alaka demeyin. Çağrışım deyin ya da siyasetin o boğucu ortamından uzaklaşma isteği diyelim; Cemal Süreya’nın O güzelim Üvercinka şiirindeki ‘Afrika dahil’ dizelerine kayıyor insanın aklı:
“Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna
diziyorlar
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil”
Bilindiği üzre ‘Üvercinka’ hem burada bir bölümünü alıntıladığımız bu şiirin adı hem de Cemal Süreya’nın ilk kitabına ad olmuş. Üvercinka’nın anlamını Şairin kendisi bir söyleşide şöyle açıklar: “Üvercinka güvercinle karışık bir ad. Bir kadın adı. Barışa, aşka, dayatmaya dönük bir kavram: Kitaba ad olarak seçmeme gelince bunun iki nedeni var. Birisi belli: Günümüz şiiri ve bu arada benim şiirim kelimeyi zorlayan bir şiir, o adla şiirimi özetlemiş ya da bir parça belirtmiş oluyorum. Şiirimden ufak, ama anlamlı bir kesit vermiş oluyorum galiba. İşin ikinci nedeni son derece özel, salt günlük yaşama ilişkin bir şey.’’
Farkındayım; daldan dala atlattırdım yazıyı… İyi de tüm suç benim mi? Çağrışımı güçlü dizeler kuran şairin ya da yağmur kuşunun güvenliği için festival iptal edenlerin hiç mi suçu yok.