Yabancıdan korkmak ya da nefret etmek anlamına gelen “zenofobi”, psikolojik bir rahatsızlık, başka bir ifadeyle hastalık olarak kabul ediliyor. Zenofobide, kendinden kabul edilmeyen, “yabancı” olarak tanımlanan kişi ya da grup bir tehdit olarak algılanıyor ve bu tehdit sonucunda içine kapanan kişi ve/veya topluluklar yabancıdan/ötekinden korku duymaya başlıyor. Bu korku, güçsüzlük ve çaresizlik hissiyle birlikte ‘Post Travmatik Stres Bozukluğu’na benzer biçimde çevresindekilerle ilişki kurmakta zorlanma ve çevreye zarar verici davranışlar olarak ortaya çıkabiliyor. Korku, kaygı ve savunma hâli, yabancıya/ötekine yönelik nefret duygusunu da güçlendiriyor (R. Yeşilyaprak, https://www.ontodergisi.com/sayilar/ben-olmayana-yonelik-korku-zenofobi).
Zenofobi, insan hakları örgütleri ve uluslararası göç kuruluşları tarafından daha çok göçmen karşılığı bağlamında ele alınıyor ve göçmenlere karşı duyulan korku ve zaman zaman da nefret halini belirtmek için kullanılıyor. Korkulan, nefret edilen “yabancı”, uzakta olan değil, aksine aynı mekânda birlikte yaşananlar oluyor. Bu bağlamda korkulan, nefret edilenler genellikle aynı ülke içinde farklı etnik köken ya da inançtakiler ile coğrafi olarak komşu ülke halkları oluyor. Örneğin, Türkiye’de kimse Budistlerden ya da Yeni Zelanda halkından korkmaz ve onlardan nefret etmezken asırlardır birlikte yaşadığı Kürtlere, Alevilere veya Yunan halkına düşmanlık besleyebiliyor.
“Yabancı”nın istenmeyen (aşağılayıcı) sıfatlarla nitelenmesi, zenofobinin ortaya çıkış biçimlerinden biri. Aynı ortamda birlikte olmak istememek, yabancının varlığından rahatsız olunduğunu fiilen belli etmek (aynı apartmanda oturmayı, aynı otobüste yolculuk etmeyi reddetmek vb) zenofobinin bir başka tezahür etme biçimi. Zenofobinin en üst düzeyde kendini gösterme şekli ise insanlık suçu olarak da tanımlanan şiddetli saldırılar, tehcir (sürgün), soykırım vb… Zenofobi, insanları linç etmeye, öldürmeye ya da bu vahşi eylemleri destekleyerek teşvik etmeye veya hoş görmeye kadar varabilecek psikolojik travmalara neden olabiliyor.
Zenofobinin en çarpıcı örneği şüphesiz Nazi Almanya’sında gerçekleşen Yahudi soykırımı. Ama bunun öncesinde ve sonrasında -birçoğu içinde bulunduğumuz coğrafyada gerçekleşen- pek çok benzer olay yaşanmış ve halen çeşitli biçimlerde yaşanmaya devam ediyor.
Özellikle merkez kapitalist ülkelerin (Rusya ve Çin’i de bu ülkelere dahil etmek gerekir) Ortadoğu ve Afrika ülkeleri üzerinden gerçekleştirdiği yeni paylaşım savaşının yarattığı insani, ekonomik ve siyasi kaos ortamının göçe zorladığı milyonlarca insanın güvenli olarak görülen Avrupa ülkelerine ve Türkiye gibi geçiş ülkelerine yönelmesi bu ülkelerde göçmenlere karşı zenofobik eğilimleri arttırıyor. AB ve İngiltere, Türkiye gibi geçiş ülkeleriyle yaptığı anlaşmalarla ülkelerine göçmen akımını engellemeye çalışıyorsa da birçok Avrupa ülkesinde yabancı düşmanlığı ve bunu kullanan ırkçı partilere destek giderek güçleniyor.
Türkiye, bir taraftan güney komşusu Suriye’de istikrarsızlığı körükleyerek göçe neden olan politikalar izlerken diğer taraftan Avrupa ülkeleriyle yaptığı anlaşmalarla göçmenlerin Türkiye sınırlarında kalmasını sağlıyor. Bu sebeple hem Suriyeli göçmenler hem de Türkiye’yi batıya geçiş için köprü olarak gören diğer Ortadoğu ve Afrika halkları, büyük çoğunluğu düzensiz olan göçmen yoğunluğunu giderek arttırıyor. Bu da daha önceleri köyü boşaltıldığı için kentlere göç etmek zorunda bırakılan Kürtlere, geçmişten bu yana dışlanan Alevilere yönelen zenofobik eğilimleri başta Suriyeliler olmak üzere yabancı göçmenlere yöneltiyor.
Göçe neden olan politikaların uygulayıcısı olan siyasi iktidar ya da yabancı düşmanlığı üzerinden siyasi rant elde etmeye çalışan muhalefet ile bunların borazanlığını yapan medya, halk arasında zenofobinin yaygınlaşmasını daha da körüklüyor. Böylece emekli maaşlarının açlık sınırının altında kalmasından sağlık hizmetlerinin yetersizliğine, işsizlikten AKP’nin seçimleri kazanmasına, hırsızlık olaylarından taciz ve tecavüz vakalarına kadar her türlü musibetin faturası Suriyelilere ve diğer göçmenlere kesiliyor.
Bir nefret suçu halini alan yabancı düşmanlığını bir hastalığa indirgemek ve sadece bu bağlamda tartışmak son derece hatalı olur. Zira egemen güçler tarihin her döneminde halkları birbirine karşı düşmanlaştırarak onları savaşa sürmeyi ya da aralarında rekabet yaratarak kendi egemenliğine karşı bir araya gelerek güç oluşturmasını engellemeye çalışmıştır. Milliyetçilik akımının içinde doğduğu, Faşizm ve Nazizm’in oluşmasına ortam hazırlayan kapitalizm, halklar arasında düşmanlık ve nefretin en organize biçimde örgütlendiği sistemdir.
Yabancıdan korku ve nefret anlamına gelen zenofobiden tamamen kurtulmak için öncelikle yabancı/öteki tanımlamasından kurtulmak; bunun için de ırk, din, cinsiyet, cinsel yönelim gibi ayrımları bir yana bırakıp toplumsal ilişkilerde “sadece insan olmak” hasebiyle ortaklaşmak gerekiyor. Bu da halklar arasında düşmanlık yaratarak varlığını sürdürebilen; bu nedenle demokrasi ve insan haklarının önündeki en büyük engeli oluşturan kapitalizme karşı mücadeleyi gerektiriyor.