İktidarın uygulamalarından bıkmış bir arkadaş bir sohbet sırasında: siyasetçilere verip veriştirirken ’Vicdan bir organ olsaydı siyasetçilerin birçoğu vicdan kanseri olurdu’ deyiverdi.
Haklıydı tabi. Hep kültürel bir sindirme ya da kimlik dayatma çabasında oldu bu devletin yöneticileri. Başkalarının kendisinden farklılıklarını kabul etmemek, buna saygı duymamak ve bunu reddetmek üzerine kurdu paradigmalarını. Buna karşı duranları da sindirdi, sürgünlere yolladı, zindanlara attı, imha etti. Yalana dolana dönen siyaset birçok insani değerler gibi vicdan kavramını da hayatından çıkardı.
Bilim insanları tarafından farklı şekillerde tanımlanan insani bir meleke veya aklın sesi olarak tanımlanan vicdan kavramı sözlüklerde: ‘Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç ‘ diye tanımlanır.
Ahlak felsefesinde ‘vicdan’; kişinin kendi niyeti veya davranışları hakkında kendi ahlaki değerlerini temel alarak yaptıklarını veya yapacaklarını ölçüp biçtiği bir kişilik özelliğidir.
Vicdan, birçok dinde, birçok felsefi akımda, mistisizmde önem verilmiş bir kavramdır.
Bununla birlikte belki de vicdan terimine ilişkin en iyi açıklama, onun tüm güdülenmeler üzerinde mutlak bir otoritesi olduğunu söyleyen Joseph Butler’dan gelmiştir. Akılcı ahlak görüşleriyle ahlak duyusu öğretilerinin bir sentezini yapan filozof, vicdanı, yüreğin olaylara yönelmiş algısı olarak tanımlamıştır. Öznel bir bakış olacak ama şairin aşağıdaki dizesi vicdanı tanımlayış olarak daha çarpıcı gelmiştir bana:
‘Sap olmamak
baltanın
kanlı oyunlarına’
Binlerce tanım bile vicdanın tanımını yapmaya yetmez. Herkesin tanımı da kendince doğru üstelik…
‘Sessiz mahkemenin tek yargıcı…’ İçimizin adalet terazisi… ‘Bireyin iç dünyası ile dışarıdan kendisine sunulan dünya arasında kurduğu denge…’ Vicdan… Bizi insan kılan, insansallığımızın sınırını tayin eden… Bireyde var olan doğru ve yanlış duygusu.
Bütün yasaların, mahkemelerin temyiz mercii… İnsanın hayatla olan saf ilişkisi…
***
İnsanlar vicdanlarını inandıkları öğreti çerçevesinde kurmaktadırlar. Savaşlardan, zulümden, haksızlıklardan vs. dem vurup konuşmasını becerir, ama kimse bu istenmeyen durumların aslında biraz da kendilerinden kaynaklandığını kabul etmek istemez. Mesela savaş görüntülerini izleyip üzülürler ‘vicdanlarına sığmaz bu olanlar’ ama takkelerini alıp önlerine koyup üzerine düşünmezler, çünkü o zaman hiç de ‘vicdanlı’ olmadıklarını, sorumluluk taşımayan birer sosyopat olduklarını göreceklerdir
Çünkü vicdan bireyin kendi içindeki adalet ölçüsüdür. Vicdan her zaman aktiftir, bilinci sürekli uyarır. Sürekli doğru olanı yapma dürtüsü üreten bu mekanizma kişisel hesaplaşmalarda huzursuzluk yaratabilir. Hata ettiğini düşünen birey vicdanın sesini dinlemeye katlanamadığı zamanlarda kendini kandırma yöntemleri geliştirir.
Bizden bazı şeylerin cevabı beklenirken elimizi üzerine koymanız talep edilendir vicdan. El koyup yoklarsak yerinde duruyor mu diye, pek çoğumuzdan ses gelmez, çıt çıkmaz…
***
Her toplumda sosyopatlar çıkabilir. Bu anlaşılır bir şey ama bir ülkenin yöneticilerini de sarmışsa bu hastalık vay o toplumun haline.
Literatüre göre sosyopatlık bir kişilik bozukluğudur. Yalan söyleyebilir, hile yapabilir, manipüle edebilir, hırsızlık yapabilir ve bu eylemlerinden pişmanlık duymaz
İnsanı asıl da rahatsız eden şey; zalimlerin güce dayalı iktidarlarının ortaya çıkarttığı olumsuzluklardan, sorunlardan daha önemlisi, adaletten, barıştan ve sevgiden dem vuran insanların da zalimlerin uygulamalarını benimser bir tutum içinde olmalarıdır.
İster geçmişte ister şimdi de yaşansın, her türlü haksızlığın karşısına ‘insani olan’ı koymak zorundayız. Ruhumuzun ve zihinselimizin dikenli tarlasında yalınayak dolaşan bir vicdan gerek bize.