Lafı eveleyip gevelemeden en başta söyleyelim. Sen, ben o ya da bizler diyelim… Gocunacak birileri olacaksa dönüp kendi yarasına baksın. Varsa bir gücü yarasını sağaltmaya çalışsın. Ya vicdan ya sosyopat.
İster geçmişte, ister şimdide yaşansın, her türlü haksızlığın karşısına ‘insani olan’ı hakkı ve hakkaniyeti koymak zorundayız. Dahası varsa mecalimiz, ruhumuzun ve zihinselimizin dikenli tarlasında yalın ayak dolaşan bir vicdan gerek bize. Herkese ve her birimize…
***
Hep kültürel bir sindirme ya da kimlik dayatma çabasında oldu bu devletin yöneticileri.
Farklı olana bir zenginlik olarak bakmak yerine hep bir tehdit ve yok edilmesi gereken bir yapı üzerine kurdu paradigmalarını. Bu paradigmayı eleştirenler sindirilmeye çalışıldı, her türlü hukuksuzluğa maruz kaldı.
Bilim insanları tarafından farklı şekillerde tanımlanan insani bir meleke veya aklın sesi olarak tanımlanan vicdan kavramı kaynaklarda, ‘Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç’ diye tanımlanır.
Bununla birlikte belki de vicdan terimine ilişkin en iyi açıklama, onun tüm güdülenmeler üzerinde mutlak bir otoritesi olduğunu söyleyen Joseph Butler’dan gelmiştir. Akılcı ahlak görüşleriyle ahlak duyusu öğretilerinin bir sentezini yapan filozof, vicdanı, yüreğin olaylara yönelmiş algısı olarak tanımlamıştır. Öznel bir bakış olacak ama şairin aşağıdaki dizesi vicdanı tanımlayış olarak daha çarpıcı gelmiştir bana:
‘Sap olmamak baltanın kanlı oyunlarına’
Binlerce tanım bile vicdanın tanımını yapmaya yetmez. Herkesin tanımı da kendince doğru üstelik… Sessiz mahkemenin tek yargıcı… ‘İçimizin adalet terazisi…’ Bireyin iç dünyası ile dışarıdan kendisine sunulan dünya arasında kurduğu denge…’ Vicdan… Bizi insan kılan, insansallığımızın sınırını tayin eden… Bireyde ya da failde var olan doğru ve yanlış duygusu.
Bütün yasaların, mahkemelerin temyiz merci… İnsanın hayatla olan saf ilişkisi…
***
İnsanlar vicdanlarını inandıkları öğreti çerçevesinde kurmaktadırlar. İnsanlar savaşlardan, zulümlerden, haksızlıklardan vs. dem vurup konuşmasını becerir, ama kimse bu istenmeyen durumların aslında kendilerinden çıkan bir ‘dürüst olmamadan’ kaynaklandığını kabul etmek istemez. Mesela savaş görüntülerini izleyip üzülürler ‘vicdanlarına sığmaz bu olanlar’ ama takkelerini alıp önlerine koyup üzerine düşünmezler, çünkü o zaman hiç de ‘vicdanlı’ olmadıklarını, sorumluluk taşımayan birer sosyopat olduklarını göreceklerdir.
Çünkü vicdan bireyin kendi içindeki adalet ölçüsüdür. Vicdan her zaman aktiftir, bilinci sürekli uyarır. Sürekli doğru olanı yapma dürtüsü üreten bu mekanizma kişisel hesaplaşmalarda huzursuzluk yaratabilir. Hata ettiğini düşünen birey vicdanın sesini dinlemeye katlanamadığı zamanlarda kendini kandırma yöntemleri geliştirir.
Sizden bazı şeylerin cevabı beklenirken elinizi üzerine koymanız talep edilendir vicdan. El koyup yoklarsınız yerinde duruyor mu diye, pek çoğundan ses gelmez, çıt çıkmaz…
***
İyi de başlıktaki sosyopat kavramı ne diyenler için söyleyelim: Dönüp bu kavramı bir kez daha araştıralım… Mesela güvenilmezlik ve samimiyetsizlik diyelim, kişinin kendisini her şeyin merkezine koyduğu benmerkezcilik, sevgisizlik ve utanç eksikliği diyelim…
Ne dersek diyelim sonuç olarak sosyopat yapıda olmak antisosyal kişi bozukluğudur. Her toplumda sosyopatlar çıkabilir. Bu anlaşılır bir şey ama bir ülkenin yöneticilerini de sarmışsa bu hastalık vay o toplumun haline…
İnsanı asıl da rahatsız eden şey; zalimlerin güce dayalı iktidarlarının ortaya çıkarttığı olumsuzluklardan, sorunlardan daha önemlisi, adaletten, barıştan ve sevgiden dem vuran insanların da zalimlerin uygulamalarını benimser bir tutum içinde olmalarıdır.