İnsanlar ilk çağlarda zor doğal koşullar altında korkularını bastırmak istemiş ve bu nedenle güneşe, aya, ateşe, başedemediği hayvanlara vd. birçok varlığa tapmışlardır. Toprağa bağımlı yaşama geçildikten sonra her toplum kendi tanrısını yaratmış ve bu süreçle birlikte din savaşları ortaya çıkmıştır. Feodal beyler din olgusunun arkasına gizlenip daha çok toprak için insanları savaşlara sürmüş ve köleleştirmişlerdir. Feodel beylerden sonra patronlar yani kapitalizm kapıya dayanmış ve ötekilerle dolu bambaşka bir dünya yaratmıştır.
Paris Komünü’nden bu yana artık bir tek ‘öteki’, yaşamımızda yer tutmaktadır, o da sermayedir. İşçilerin ve emekçi halkların kanını içercesine sömürüye uğratan kapitalizmin aynı biçimde doğayı da sömürüye tabi tutmasından dolayı işçiler, emekçi halklar ve doğanın karşısında kapitalizm yani sermaye yer almaktadır. Artık yaşamımızda iki cephe vardır ve büyük olan, güçlü olan, çok olan işçiler, emekçi halklar ve doğa bir yanda, bir avuç patronlar sınıfı ve onun kan emici sistemi olan kapitalizm diğer yanda.
Milyarlarca insan yani tüm ezilen halklar o kadar fazlayız ki! Karıncalar, kuşlar, ayılar, balıklar, arılar ve diğer hayvanlar o kadar çoğuz ki! Dağlar, ovalar, topraklar, tepeler, ormanlar, ağaçlar, çiçekler, güller o kadar fazlayız ki! Denizler, dereler, akarsular, göller, bulutlar, hava ve su o kadar büyüğüz ki! Bizleri kimse yenemez, sömüremez, katledemez, yok edemez, kirletemez, yeter ki çok olduğumuzun, güçlü olduğumuzun farkında olalım! Karşımızda bizleri ötekileştiren, sömüren, kanımızı emen kapitalizmi tükürüğümüzle boğabilecek ve tarihin kirli sayfalarına geri dönmeyecek biçimde gömebilecek yegane güce sahibiz.
Yaşamı adeta yok eden insan dahil her şeyi köleleştirmek isteyen sermaye sınıfları ve devletleri, Glasgow’da yapılan 26. İklim Zirvesi’nde aklımızla adeta alay eden kararlarla iklim değiişimi sorununu çözebileceklerini iddia ediyorlar. Çözüm için önerilen tek somut şeyleri ‘emisyon ticareti’, yani soluduğumuz temiz havayı kirletenler hem temiz havayı hem de kirlettikleri karbon yüklü havayı ticari meta olarak pazara sunuyorlar. Sadece bir örnek kendi kendilerine bile nasıl kazık attıklarını gösteriyor.
Ülkelerin emisyonlarını beyan ettikleri ile atmosfere gönderdikleri sera gazları arasında devasa bir uçurum olduğu ortaya çıktı. 8,5 milyar ton ile 13,3 milyar ton arasında verinin eksik rapor edildiği basına yansırken, bu eksiklik üzerinden belirlemeler yaparlarken 1,5 ya da 2 derecelik artışı geçmemek hayal oldu ve artık 2,7 derece sıcaklık bugün geri çekilemez boyutta.
İklim kriziyle mücadele etmek ve İklim Yasası’nın gereklerini yerine getirmek amacıyla olduğu iddia edilen, ‘Emisyon Ticaret Sistemi’ (ETS) ve karbon vergisi, karbonla mücadele planlarının temelini oluştururken, bu mücadelenin en büyük destekçisi ise AB ve ABD. Karbon vergisi ve ETS halihazırda birçok ülkede uygulanıyor ve bu iki piyasa aracıyla, AB’nin çevre politikasının en temel ilkesi olan ‘kirleten öder’ mekanizması tüm ülkelere yerleştirilmek isteniyor.
Onlar yaşanan yok oluş sürecinde sadece kendi çıkarlarını düşünür. Bizleri bölen, birbirimize düşman yapan, bizleri birbirine kırdıran bir avuç sermaye gücünü, patronları yani kapitalizmi yenmek bir zorunluluktur artık. Onların bizlere reva gördüğü kırıntılarla beslenip onların semirmesini izleyemeyiz. Ormanları, ağaçları, toprakları, suları, havayı kirletip yok eden kapitalizme daha fazla katlanmak zorunda değiliz…!