“Başka türlü bir şey benim istediğim,
ne ağaca benzer, ne de buluta
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,
havası ayrı hava…” C. Yücel
31 Mart’ta kazanılan, 6 Mayıs’ta el çabukluğuna bile gerek duyulmadan çalınan İstanbul Belediye Başkanlığı, 23 Haziran itibariyle AKP ve Saray için büyük bir hezimete dönüştü. %10’luk oy farkı, AKP’nin “İstanbul elden giderse, Mekke-Medine elden gider” (Mekke-Medine’ye vizeyle gidenler söylüyor bu sözü) abartılı propagandasını dikkate alırsak, sadece bir seçim yenilgisi değil ideolojik bir yenilgi durumunu da ortaya çıkardı. Baharın gelmesiyle çözülen buzlar gibi “AKP adacıkları” oluştu. RTE ve havuz medyası, yenilginin faturasını Pelikancılara, Damat’a, Süleyman Soylu’ya keserek, hiçbir şey olmamış gibi yola devam etmeye çalışıyor. Ne var ki, “hiçbir şey olmasa da bir şey oldu” sözü çıkmaz bir leke gibi yakaya yapıştı artık. İstanbul’da bozguna uğrayan AKP ve mitili bırakıp kaçan MHP, hezimeti önemsiz gösterip çocukça tepkilerle geçiştirme peşindeler. Kurşun yarası alıp, travmanın sıcaklığıyla durumu fark edemeyen beyin merkezi gibi Cumhur İttifakı da alınan ölümcül yaranın henüz farkında değil. Uçurumun kenarındaki bir tutam otu yemek isteyen keçi inadıyla Cumhur İttifakı uçurumdan yuvarlanıyor.
RTE faturayı çevresine keserek, kendini hatasız göstermeye çalışsa da Sindirella masalında olduğu gibi zaman gelmiş ve araba kabağa dönmüş durumdadır artık. Topluma söyleyecek sözü, verilecek vaadi kalmamış, Çiftlik Bank benzeri saadet zincirine dönüşen, İslamcı-sağcı ya da liberal ideolojik bütün raylardan çıkmış olan AKP’yi, Sırrı Süreyya Önder’in deyişiyle “şu an bir arada tutan ortaklık suç ortaklığıdır” ve ortaya çıkacak rezalet bütün ortakları yakacağı için çöküş sancılı olacaktır. Dostoyevski’nin sıklıkla müşahede ettiği gibi, suç ortaklığı en zor bozulan ortaklıktır, Cumhur İttifakı’nın dağılması tartışmalı bir süreç olacaktır.
HDP’nin, AKP’yi seçtirmeme ve CHP ile mesafeyi koruyarak kitle basıncıyla demokratik söylemde cesaretlendirme politikası karşılık bulmuş görünüyor. Büyük kitleler nezdinde HDP’nin ucuz pazarlıklar partisi olmadığı, ilkesel duruş sergilemede tutarlı olduğu fikri daha berraklaştı. Birbirine uzak toplum katmanları, AKP’nin fütursuz keyfiliğine karşı kimi seçeceğini değilse de, kimi seçmeyeceği konusunda hem fikir oldu.
İstanbul seçimi sonrası Kürt sorunun çözümü ve demokratik alanın genişletilmesi doğrultusunda halkların ve emekçilerin birbirine olan önyargıları her zamankinden daha az. Bu zemin üzerinden demokrasi için fiili, meşru mücadeleyi geliştirmek bakımından ortak mücadele hattı geliştirilebilir. Ekrem İmamoğlu’dan büyük beklentilere giren, kurtarıcı tek adam arayışında olanlar gibi davranmak yerine “bizleri kurtaracak olan kendi kollarımızdır” diyerek demokrasi ve barış mücadelesini sürdürmek en doğrusu olacaktır.
HDP, sistem partisi olan AKP ve CHP dışında kendi bağımsız hattını zaten bugüne kadar korudu. İçinde Kürt hareketi ve sol, sosyalist bileşenleriyle birleşik mücadeleyi barındıran bir parti HDP. Sistemin şoven ve emek düşmanı siyaset biçimiyle araya sınır koymak için bu günlerde HDP “Üçüncü Yol” isimlendirmesini sıkça kullanıyor. Diğerleriyle farkı belirginleştirmek için kullanılan bu isimlendirmenin içeriği hızlıca doldurulmalıdır.
Çünkü geçmişte “Üçüncü Yol” söylemiyle yola çıkıp, serbest piyasa ekonomisi (kapitalizm) ile sol fikriyatı sentezleyerek, “iyi kapitalizm” yaratmaya çalışanlar oldu. Bugün de bu fikrin, belki adını anmıyorlarsa da, savunanları var.
HDP’nin demokrasi, özgürlük, barış ve eşitlik ilkeleriyle kendi yolunu belirlemesi gayet isabetli bir politik hattır. Olması gereken, HDP’nin bağımsız hat belirlerken kendi kavramlarını üretebilmesidir. HDP, bileşenleriyle ve tarihsel kökleriyle güçlü bir fikriyat ve birikime sahip politik öznedir. AKP’nin uçurumdan yuvarlandığı, siyasi yeni denklemler arandığı bugünlerde HDP hem pratiğiyle, hem de teorik birikimiyle ezilen halklardan ve emekçilerden yana yeni yollar bulmaya mahirdir.