Adamın biri, bir siyah, son derece sıradan bir günde, ortada hiçbir anlaşılabilir neden olmaksızın tarlasına tuz döküp, atını ineğini vurup evini de ateşe verdikten sonra tek kelime etmeksizin yola koyulursa, bu nasıl açıklanabilir?
M. Ender Öndeş
Amerikan siyah edebiyatının güçlü ismi William Melvin Kelley, Türkçe’ye “Güz Dönümü” olarak çevrilen “A Different Drummer” (Başka Bir Davulcu) romanının daha ilk sayfalarında önümüze bu soruyu getirip bırakıyor. Bütün kitap boyunca ağzından çıkan sözleri toplam bir sayfa bile tutmayan Tucker Caliban, tam böyle yapıyor işte: Sessiz ama kararlı bir şekilde bir kamyon dolusu tuzu tarlaya döktükten sonra, atını, ineğini aynı sessizlikle öldürüp evini yakıyor ve ailesini yüklediği arabayla çekip gidiyor kentten. Ve sonra diğerleri… Bütün siyahlar, binlercesi, sürüler halinde gizli bir vahye uyar gibi, valizlerini toplayıp, bütün eşyalarını kapıları ardına kadar açık evlerde bırakarak -beyaz ahalinin şaşkın bakışları altında- yollara koyuluyor, istasyonları trenleri tıka basa dolduruyorlar. İsyan değil, kimseye saldırı yok, sadece gidiyorlar!
Çoraklığa mahkûm
“Siyahlar, Güney’deki ırkçı koşullar altında yaşamayı bir anda ve toplu olarak reddederse ne olurdu?” sorusunu soruyor aslında Kelley. Siyahların olmadığı, sadece beyazlardan oluşan kentler, sokaklar ve tarlalar… Ekip biçmeyi, dükkânının önünü süpürmeyi yüz yıldır unutmuş bir toplum siyahların olmadığı bir çoraklığa mahkûm oluyor birdenbire. Ama çok karmaşık bir yoldan, iki ailenin yaşamları üzerinden kuruyor romanı Kelley. Gemiden indirildiğinde köleliğe baş eğmeyen ve öldürülen ‘Afrikalı’nın soyundan gelen Tucker Caliban ve bütün eyaletin hâkimi gibi görünen köleci Wilson ailesinin zaman içerisinde değişen ama aslında hep ‘Güneyli’ kalan kuşakları…
Köle-efendi ilişkisi
Nihai olarak gelinen noktada, ailenin ırkçı zehrini kanından temizlemeye çalışan, bunun için mükemmel bir siyah yoldaş bulduğu halde cesur davranamayarak Güney’in ruhuna teslim olan David Wilson ile Tucker vardır artık. Tabii ki ilişki yüz elli yıl önceki gibi kırbaçlı bir ilişki değildir ama sonuçta bir taraf yine de efendi, diğer taraf ise ömrünü o efendinin ailesine hizmetle geçirmiş köledir; sonradan işçi ve nihayet toprak sahibi olsa da köledir; çünkü kölelik sadece zincirlerle ilgili bir şey değildir. Kelley, bize basit bir ırkçılık karşıtı ajitasyon sunmuyor bu anlamda. Ama iki taraftaki karakterleri de ince ince işlerken, aslında ırkçılığın göründüğünden çok daha derin bir şey olduğunu anlatıyor. Bu anlamda alışıldık bir roman değil Kelley’inki, okurdan da çaba istiyor, ayrıntıları ve karakterlerin nüanslarını kaçırmamamızı talep ediyor. 25 yaşındayken yayınlanmış ilk romanı olmasına karşın Kelley, hayali bir Güney kentinde kuruyor her şeyi ve her bölümde ayrı bir film platosu inşa eder gibi bütün ayrıntıları işleyerek ilerliyor.
Davulcuya kulak vermek
Tucker’ın yaptığı şey konusunda ise aslında kitabın başına aldığı şiirle ipucu veriyor: “Bir adam arkadaşlarına ayak uydurmuyorsa, bunun nedeni belki de farklı bir davulcuya kulak vermesidir.” Sivil İtaatsizlik kavramını tarihte ilk kez kullanan ve Gandi’den Martin Luther King’e kadar birçok politik öndere ilham kaynağı olan Henry David Thoreau’nun (1817-1862) dizeleri, bir ucu İsa’ya kadar giden çağrışımlar yaratan bir odak noktası oluşturuyor romanda. Tucker bunu yapıyor, çünkü yapması gereken şeyin tam da o anda o şey olduğuna inanıyor, damarlarındaki kan ya da duyduğu mecazi davul sesi, belki yüzlerce yıl ötelerden ona bunu yapmasını söylüyor: “Yalnızca bir şansın olur. O da yapabileceğin ve yapmak istediğin zaman.” Tam da Yaşar Kemal’in “Her insanın içinde bir mecbur kurdu var” dediği gibi; içindeki bir kurt ya da ses, “Şimdi! Şu anda!” diyor ona; böylece David’in korkaklığı ya da konformizmi yüzünden sonsuza kadar kaçırdığı o tek şansı kullanıyor. Daha da önemlisi, Kelley, onun yaptıkları konusunda beyazları bol bol konuştursa da, Tucker için böyle bir çaba göstermiyor. Tucker konuşmuyor ki, yapıyor! Belli ki, Tucker kadar Kelley de konuşmanın değil, yapmanın gücüne inanıyor.
‘Siyahsız’ kalan beyaz
Sonuç olarak, Bülbülü Öldürmek’ten sonra “Güney ırkçılığı” üzerine okuduğum en iyi romanlardan biriydi bu. Özellikle ‘siyahsız’ kalan beyazların tasviri, biraz zorlanarak Türkiye gerçekliğine kadar kurulabilir çağrışımlar taşıyor: Düşünsenize, mevsimlik Kürt işçiler hiç yok!
Bitirirken, yayınevinin ya da çevirmenin isim konusundaki tutumunu anlamadığımı da söylemek istiyorum. Bir bildikleri vardır mutlaka ama kitabın bütün içeriğine hâkim olan tema, ‘başka bir davulcuya kulak vermek’ iken, yazarın bu açık iradesine karşın, üstelik hiçbir sayfada güz mevsimiyle ilgili hiçbir işaret yokken bu ismin tercih edilmesi tuhaf değil mi gerçekten?
KÜNYE
Güz Dönümü
William Melvin Kelley
Türkçesi: M. Barış Gümüşbaş
Sel Yayıncılık