Türkiye büyük travmaların yaşandığı, yaşatıldığı bir ülke. Koronavirüs salgını da büyük bir travma. Mutlu bir azınlık dışında etkilenmeyen kesim neredeyse yok. Peki üstesinden nasıl gelecek? Psikiyatri uzmanı Sezai Berber anlattı
Nevin Cerav
Dünyayı kasıp kavuran koronavirüs salgınının Türkiye’ye sirayet ettiği Sağlık Bakanlığı tarafından 11 Mart’ta açıklandı. Ardından açıklanan tedbirlerle, iktidarın kontrollü olarak sürü bağışıklığı yöntemini benimsediğini öğrendik. Yanı sıra bu tedbirlerin işvereni, sermayedarı, zengini kayıran bir içeriğe sahip olduğu çıktı ortaya. İşçiler, emekçiler, çocuklar ölüm riskine rağmen çalıştırıldı, imkanı olan evine kapandı, imkanı olmayan ise kaderine terk edildi. Sağlık emekçileri en ön safta salgın hastalığa yakalanan insanları kurtarmaya çalışırken iktidar tarafından tam olarak sağlanmayan koruma ekipmanları nedeniyle hayatlarını kaybetti. Diğer taraftan Meclis’ten AKP-MHP oylarıyla geçirilen infaz paketiyle 90 bini aşkın adli tutuklu ve hükümlü bırakıldı, düşüncelerinden dolayı cezaevinde olan gazeteciler, siyasetçiler, avukatlar ve muhalifler koronavirüse teslim edildi. Mülteciler, evlerde şiddet gören kadın ve çocuklar ile evsizler de sanki hiç yoklarmış gibi görmezden gelindi. Yaklaşık iki aydır bir yandan salgın hastalığa karşı kendilerini korumaya çalışan insanlar bir yandan da ayakta kalabilmenin savaşını veriyor.
Türkiye travma yaşıyor
Resmi rakamlara göre, Türkiye’de koronavirüse yakalanan kişi sayısı 100 bini geçti. Hayatını kaybedenlerin sayısı ise 3 bini aştı. Birer sayıya indirgenen ölümlerin öteki tarafında da çok büyük trajediler yaşanıyor. Toplumsal olarak büyük bir travma yaşayan Türkiye, mutlu azınlık dışında ruhsal boyutuyla neler yaşıyor ve neler yaşayacak? Bu büyük travmanın sonuçları ne olacak ve Türkiye toplumu bu dönemi nasıl aşacak? Bu soruların yanıtlarını Psikiyatri uzmanı Dr. Sezai Berber’e sorduk. Hem Türkiye Psikiyatri Derneği üyesi hem de İnsan Hakları Vakfı üyesi olan Dr. Sezai Berber, öne çıkan başlıkları değerlendirdi.
- Türkiye’de salgına karşı ekonomik ve fiziki tedbirler tam olarak alınmadı. Yanı sıra tedbir adı altında açıklanan kararlar çok yanlı, tepeden inme ve emir şeklinde. İnsanlar ruhsal olarak da hazırlanmadı salgına…
Özellikle demokrasinin yeterince gelişmediği toplumlarda, iktidarlar salgın durumlarında inkar mekanizması yoluna gidiyor, belli bir aşamaya gelinceye kadar. Türkiye’de de bunu yaşadık. Evet, maalesef ruhsal boyutuyla da yeterli çalışmanın olduğunu söylemek zor. Geçtiğimiz günlerde bu konuda bakanlığa bağlı bir çalışmanın başlatıldığını duyduk ama bize yansıyan bir şey yok. Ama şunu söylemek isterim ki, benim de kurucusu ve üyesi olmaktan gurur duyduğum Türkiye Psikiyatri Derneği, bu konuda yoğun çalışmalar yapıyor. Sağlık çalışanlarına da danışma hattı kuruldu. Online olarak 24 saat açık bir telefon. Dolayısıyla derneğin bu yöndeki çalışmaları büyük önem taşıyor. Biliyorsunuz daha önce de meslektaşlarımız ifade etti, Sağlık Bakanlığı kendisi dışında hiçbir kurumu çalışmalara dahil etmiyor. Oysa birçok ülkede sağlık bakanlığından çok sağlık meslek birimleri dikkate alınıyor. Bizde ise ne Psikiyatri Derneği ne de Türk Tabipler Birliği dikkate alınıyor.
- Salgın ilk açıklandığında 65 yaş üstü insanlar hedef haline getirildi. Bir hükümetin bunu yapmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye Psikiyatri Derneği’nin ilk dikkat çektiği konulardan biri de söylediğiniz gibi yaş gruplarının, çeşitli milletlerden olan insanların damgalanmasına karşı çıkmak ve bu konuya dikkat çekmekti. Umreden gelenler, Çinliler, 65 yaş üstü ile kronik hastalığı olanların damgalanmasıydı bu yapılan. Derneğimiz de bu konuda uyarmıştı. Bu grupların damgalanması doğru bir tutum değil. Sağlık Bakanlığı, hükümet uluslararası deneyimlerden yararlanmıyor ne yazık ki. Bazı konulara el yordamıyla gidiliyor.
- Siz de bir hekimsiniz, sağlık emekçileri için koruyucu önlemler yerine getirilmedi. Onlar neler yaşıyor bu şartlarda?
Sağlıkçılar pandemi servislerinde çalışıyor, evleri dışında, yurtlarda, hastanelerde kalıyorlar. Bir aydır evine gidemeyen sağlıkçılar var. Buna yönelik şeffaflık olmadığı için sisteme yönelik de çok büyük eksiklikler var. Birçok sağlıkçı koruma ekipmanlarını kendi imkanlarıyla tedarik etti, etmeye çalışıyor. Sağlayabileni var sağlayamayanı var. Bu durumun uzun vadede sağlıkçılar üzerinde büyük etkisinin olacağını düşünüyorum. Bir de pandemi döneminde hastaneye gidemeyen, başka hastalıkları olan insanların daha sonra hastanelere yüklenme dönemi olacak. Birçok hastanın kemoterapisi, tedavileri yarım kaldı. Salgın azaldığında bu hastalar hastanelere akın etmeye başlayacak. Bir yandan kamuda insanların istifa etmelerine yasak getirildi. Bu yasaklar, hastaneler de yalnız bırakılma ve dışlayıcı söylemler sağlık çalışanlarını çok kırdı. Aynı özverili çalışma ne kadar sürdürülebilir bilmiyorum. Toplamda baktığımızda da sağlık sistemi her yönden etkilenecek bu dönemden.
- Bu salgın döneminde işçi ve emekçiler açlık ve hastalık arasında seçime zorlandı. Ölüm riskine rağmen çalıştırılıyorlar. Buna tepkileri nasıl olabilir sizce?
Aç kalma ile hastalık tercihiyle baş başa bırakılan insanların bu dönemde kendilerine yönelik davranışları unutmayacaklarını düşünüyorum. Bu dönemde insanların kendileriyle dayanışma içerisinde olup olmadıklarını da unutmayacaklar. Hani bir söz var; ‘ya barbarlık ya toplumsallık’ diye. Önümüzdeki yıllarda, koronadan ders alınıp daha sosyal bir devlet talebi üzerinde mutabık olunacağı şeklinde iyimser düşünen insanlar, gruplar var. Ben onlardan yanayım. Bu salgının arkasından bir çoban, bir lider arayan insanların, karın doyurmak için oraya yöneleceğini iddia eden bir grup daha var. Yaşayıp göreceğiz. Ben birinci gruptaki daha iyimser olan ve toplumsal dayanışmanın öne çıkacağını düşünen insanlar gibi düşünüyorum, bunu umuyorum.
- Belediyelerin, muhalif kesimlerin, sivil toplum gruplarının insanlarla dayanışması engellendi hükümet tarafından. Bunun toplum üzerinde etkisi, karşılığı nasıl olacak? Ya da olacak mı?
Bu yardımların engellenmesi tabii ki insanın aklının alacağı bir durum değil. Belediyelerin yapması gereken asli görevlerdir bunlar zaten. Bunların engellenmesini umarız halkımız ileriki dönemde anlayacaktır. Maalesef partizanlık yapılarak bu hizmetler engelleniyor. Belediye eliyle yapılması engellense bile farklı bir yerlerde, farklı koşullarda bu dayanışma oluyor ve bunu engelleyebileceklerini sanmıyorum. Benim üzerinde çalıştığım noktalardan biri de şu, insanların ekonomisine, ekmeğine dokunduğunuz zaman en bilinçsiz insan bile bu konuda olumsuz olarak refleks gösterir.
- İnfaz paketiyle cezaevlerinde düşüncelerinde dolayı yatan birçok insan var. Onlar bu süreçten nasıl etkilenebilir?
Ben hekimliğimin yanı sıra aynı zamanda insan hakları savunucusuyum. Türkiye İnsan Hakları Vakfı yönetim kurulu üyesiyim. Dolayısıyla biz cezaevindeki insanları uzun süredir yakından takip ediyoruz, Cezaevindeki insanların, kanser tanısı alan insanların, önemli hastalıkları olan insanların tahliye edilmesi gerektiğini daha önce hep dile getirdik, bu yönde çalıştık. Şimdi topluma karşı soygun, cinayet, tecavüz gibi suçlara sahip olanların salınması, düşüncesi nedeniyle, eline silah almamış insanların uzun zamandır cezaevinde tutulduklarına tanık oluyoruz. Bu hastalık döneminde cezaevinde kalmış olmak, kıstırılmışlık duygusu içerisinde olmak onlar için de ağır geçecek hem şimdi hem ileriki zamanda sonuçlarını ağır yaşayacaklar maalesef. Biliyoruz ki siyasi tutuklular ve hükümlülerin kaldığı cezaevlerinin doluluk oranı çok yüksek. İç içe kalmak durumundalar. Cezaevindeki insanlar bu durum nedeniyle örselenecek insanların önemli bir kısmını oluşturuyor. Yetersiz koşullarda yaşamak zorunda kalan insanların, sığınmacıların durumunu da bilmiyoruz mesela. Bu da ayrı bir yara. Kadın çocuk, toplumda dışlanan diğer kesimlerin durumunu da bilmiyoruz. Ama cezaevleri tabii ki en önemli sorunların başında geliyor. Hepsinin sesi olmak gerekir diye düşünüyorum.
- Pandemiden sonra nasıl bir toplum bekliyor bizi? Şeffaflık yok, kadınlar şiddete uğruyor, katil ve tecavüzcüler serbest bırakıldı, cenazeler tek başına, cezaevlerindeki siyasi tutuklular terk edildi, mülteciler kimsesiz, işçi ve emekçiler ölüm riskiyle çalıştırılıyor…
Türkiye tarihi travmalar tarihidir. Tabii ki bu pandemi de büyük bir travmadır ve toplumun zedelenebilir grupları çok daha fazla etkileniyor. Yoksul grupları çok daha fazla etkileniyor bu travmalardan. Benim öngörüm şu şekilde; bu yaşadıklarımız bilinç düzeyine çıkmasa da travmalarımıza, yaralarımıza bir katman olarak eklenecek. Ama tıpkı diğer travmalarda olduğu gibi bundan da yeterince ders çıkarılamayacak ne yazık ki. 5-10 yıl sonra yeni bir pandemi çıkıncaya kadar bunun da unutulacağı, unutturulacağı gibi bir düşüncem var. Unutturulması ruhumuzda derin yaralar oluşmayacağı anlamına gelmiyor ama bunlar örtülecek. Şöyle söyleyeyim, son dönemlerde yüzyılın olayı dediğimiz bir olayı bir yıl sonra unutturuyorlar. Soma mesela, yüzyılın olayıdır. Bu kadar büyük bir maden faciası olmamıştır daha önce. Ankara Gar Katliamı mesela, başka bir örneği daha yoktur, yüzyılın olayıdır. Peki ne oldu? Yaşayanlar yaşıyor ama olaydan etkilenen insanlar acılarını yeterince ifade edemeden, yeterince sağaltılmadan bu acılarıyla birlikte yaşıyorlar. Benim korkum bir şekilde bu pandemiden de yeterince ders çıkarılamaması.
- Soma Faciası ile Ankara Gar Katliamı’ndan ceza alanlar da infaz paketinden yararlanıyor. Bu durumda adalet duygusu yitirilecek…
Bizim klasik sözümüz, bu tür olaylarla yaşanan travmalarda adaletin sağlanması geride kalanlar için onarıcıdır, tedavi edicidir. Şimdi bu insanları tekrar yaralamış olacaklar, sorumlu olanları bırakınca.
- Birçok insan işini kaybediyor, kaybetti. Yakınlarını yitirenleri, ölüm riskiyle çalıştırılanları nasıl bir dünya bekliyor pandemiden sonra, insanlar buna nasıl adapte olacaklar?
Daha önce de söylediğim gibi ya barbarlık ya toplumsallık olacak. İnsanlar yeteri kadar ders çıkaracaklar bu dönemden, toplumsallık üzerinde duracaklar. Sağlık hizmetlerinin sosyalizan öğelerini taşıyan yapıların bu pandemiden başarıyla çıktıklarını görüyoruz. Ülkelerin yöneticilerinin bunu artık görmesi gerekiyor, sağlık hizmetlerinin kamusal hizmet olması gerektiğini. Önümüzdeki dönem bunları değerlendirebilenler vatandaşına karşı daha uygar, daha demokratik ülkeler olacak, diğerleri de daha da geri gitmeye, daha büyük kayıplar vermeye devam edecek. Bu pandeminin toplumsal boyutlarını iyi değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum.
- Toplumun yaraları nasıl sarılacak?
Toplumun dayanışması, örgütlenmesi gerekiyor, bir arada durmak gerekiyor. İyiliğin değerlerini öne çıkarmak toplumsallığın değerlerini öne çıkarmak gerekiyor. Mesela şimdi herkes bu pandemi sürecinde yaşanan travmanın görünen taraflarına odaklanmış durumda. Korona olanların sayısı ile koronadan ölenlerin sayılarına odaklanılmış durumda. Peki bu dönemde yoğun bakıma gidemeyen, hastaneye gidemeyen ya da korona nedeniyle yoğun bakımda olan insanların yakınları ne durumda? Sayılarla ifade edilmeyecek şeyler yaşanıyor. Bu insanlar, bu insanların yakınları neler yaşıyor? İnsanlar korona nedeniyle kaybettikleri yakınlarının cenazesine bile katılamıyor, birbirlerine sarılamıyor, böyle birçok ayrıntı var. Yoğun bakıma girmesi gerekirken evinde yatmak zorunda kalan insanlar, ölemeyen, ölmekten korkan insanlar gibi birçok boyut var. Bakıcısının bırakıp gittiği yaşlı insanlar, evlerinden çıkamayan insanlar var. İnsanlar skorlarla ilgilenilirken biz ruh sağlığı çalışanları bu durumun arka planlarıyla ilgili çalışıyoruz.
Dr. Sezai Berber kimdir?
Türk Tabipler Birliği Yüksek Onur Kurulu üyesi. Türkiye Psikiyatri Derneği Merkez Onur Kurulu üyesi. İnsan Hakları Vakfı Yönetim Kurulu üyesi. Çalışma alanları daha çok; intihar, yakınını kaybeden insanlar, işkence gören, olumsuz cezaevi koşullarında yaşayan kişiler.