1 FİLM 1 YÖNETMEN Çeviri: Tolga Er
Beoning, yönetmen Lee Changdong’un gerilime en yakın duran filmidir. Bir tür aşk üçgenin izinde başlayan film, dakikalar ilerledikçe çok daha fazlasına evrilir, beklentilerin üzerine çıkar. Yazar Haruki Murakami’nin kaleme aldığı 10 sayfalık bir kısa hikayeden uyarlanan Beoning’in gündeminde günümüz gençleri, sorunların bireyselliği ve bastırılmış öfke yer alır. Yönetmen, bu üçünü ele alırken karakterler arasında bir sınıf ayrımı yapmaz. Bir tarafta yarı zamanlı çalışan genç bir yazar adayı Jongsu (Yoo Ahin), diğer tarafta Jongsu’nun çocukluk arkadaşı, Afrika gezisine gitmek üzere olan Haemi, öbür tarafta ise Haemi’nin Afrika’dan birlikte döndüğü varlıklı Ben yer alır. Üçünün bir araya gelmesiyle hayatlarının değişeceği bir olay örgüsü başlarken, Ben’in varlık içinde hissettiği duygu yoksunluğuna, Jongsu’nun geçmişine hapsolmuşluğuna yakından tanıklık ederiz. Yönetmen, Beoning filmiyle gizeme gizem katan benzersiz bir gerilim formatı kullanarak günümüz yılgınlığını anlatır.
İki yıl önce Busan’da Beoning’in ‘bugünün dünyasındaki genç insanlar hakkında bir hikaye’ olduğunu anlattınız. Bu tanım inanılmaz derecede muğlak, en azından İngilizce’de öyle. Neyi dile getirmek istediniz?
Uzun bir zaman boyunca genç insanlar, özellikle de bu kuşağın gençleri hakkında bir hikaye anlatmak istedim. Geçmiş projelerimden bazıları “Proje Öfke” olarak adlandırılmıştı. Bunun nedeni şu; bugün dünya genelindeki herkes, milletine, dinine ve sosyal statüsüne bakılmaksızın farklı nedenlerden ötürü öfkeli görünüyor. Gençlerin öfkesi bilhassa aciliyeti olan bir sorun. Bugün Kore’de yaşayan Y kuşağı, ebeveynlerinden daha kötü durumda olan ilk kuşak olacak. Geleceğin önemli ölçüde değişmeyeceğini düşünüyorlar. Hiddeti doğrudan yönlendirebilecekleri bir nesne bulamadıklarından güçten düşüyorlar. Bu film, içi bastırılmış öfke dolu, aciz olduklarını hisseden genç insanlar hakkında.
Filmde konu edindiğiniz yılgınlık ve öfke kişisel olarak hissettiğiniz bir şey mi?
Ne yapacağımı veya insanların bugünkü yaşama şeklini nasıl değiştireceğimi bilmiyorum. Nasıl ileriye gideceğimiz tam olarak belli değil; hepsi bir gizem ve bu da Beoning’in merkezinde yer alan şey. Çünkü gizemin kaynağını bilmiyorsunuz, o yüzden daha bile sinirleniyorsunuz. Eski günlerde, bir sorununuz varsa o sorunu paylaşırdınız. Örneğin; Kore’deki neden, demokratikleşmenin henüz gerçekleşmemiş olduğu gerçeği veya ekonomik eşitsizlik olabilirdi; herkesin aynı sorunları var. Ancak şimdi durum böyle değil; sorunlar daha bireyselleşmiş halde. Çünkü sorunlar bireylerde sıkışıp kalmış durumda. Misal; Jongsu yoksul ve umudu olmayan bir durumda sıkışıp kalmışa benziyor. Sonra bir de Ben var; her şeyi var, Porsche sürüyor, kendi makarnasını yapıyor, ancak yine de içinde bir boşluk var. Herkesin öfkeli olmak için kendi sebepleri var.
Filmlerinizin her zaman güçlü bir şekilde hissedilmesini sağlarken, düşüncelerinizin entelektüel olarak haritalandırılabilecek ve yorumlanabilecek şekilde aktarma sürecini nasıl yönetiyorsunuz?
Çoğu kez sizinki kadar entelektüel bir film düz ve duygu anlamında mesafeli oluyor. Sizin filmleriniz hiç öyle değil. Sorunuz aslen benim bu filme başlamamı motive eden şey. Bana göre, içinde yaşadığımız dünya dışarıdan gittikçe daha sofistike, rahat ve havalı olmaya devam ediyor görünüyor, ancak bunun altında gerçekten ayırdına varamadığımız çok fazla sorun var. Ve post-modern dünyanın ve sorunlarının doğası da bu. Bu tür çok anlamlı sorunları bir filmde nasıl tasvir edebileceğimi her an düşünüyordum. Murakami’nin hikayesinin bu soruyla bağlantılı olduğunu fark ettim ki, ben de bunu çok uzun zamandır kendime soruyordum. Filmin gizemli olayları çok anlamlı, ancak ben bunun izleyiciye dayatılan bir dizi soyut soru olmasını istemedim. Daha ziyade izleyicilerin sinema salonuna girdikleri, oturdukları ve bu filmi izlerken hissedebildikleri çok belirli bir sinema deneyimine sahip olmalarını istedim. Bunun nasıl yapılacağı, filmin yapımındaki tüm süreç boyunca en büyük soruydu. Bu noktaya ulaşmak için film sürecine dahil olan herkesle birçok görüşme yaptım. Bu sorular hakkında durmadan senaristimle konuştum; filmi çekerken oyuncularla, ekiple, görüntü yönetmeniyle ve müzik yönetmeniyle birçok görüşme yaptım. Hatta kurgu ve yapım sonrası sürecin sonuna kadar izleyicinin bu filmi bir entelektüel düşünce deneyi değil, bir sinema deneyimi olarak karşılayacağından nasıl emin olacağımız sorusuna ilişkin filme dahil olan herkesle konuşmayı sürdürdüm.
Daha önce filmlerin daha basit bir hale geldiğini düşündüğünüzü söylemiştiniz. Bunun olduğunu neden düşünüyorsunuz?
Bu sadece bugünlerde hissettiğim bir eğilim. Örnek vermek gerekirse halk arasında gerçekten popüler olan birçok Marvel filmi ve süper kahraman filmi. Bence bu, hepimizin, dünyanın tek bir süper kahraman tarafından kurtarılabileceğine inanmak istediğimiz arzudan kaynaklanıyor. Fakat ne yazık ki dünya hiç basitleşmiyor; hatta daha da karmaşık bir hale geliyor ve gelecekte nelerin beklediğini ayırt etmek gittikçe zorlaşıyor. Dünyanın sorunları son derece karmaşık ve birbiriyle ilişkilidir. Bence, sinemalarda gördüğünüz, toplumun geneline ulaşan büyük ticari filmlerin daha basit hale gelmesinin, kolay çözüm ve kurtuluş hikayesi anlatısına sahip olmasının nedeni budur.
Bir filme başlamadan önce kendinize her zaman ‘Sinema ne içindir?’ diye sorduğunuzu duydum. Bir sinemacı olarak bu en önemli sorudur.
Filmde, Jongsu yazar olmaya çabalıyor ve her zaman kendisine soruyor: “Nasıl bir hikaye yazmak istiyorum?” Sanki kariyerine yeni başlayan bir sinemacı ve Jongsu gibi ben de bunu her zaman kendime soruyorum. Aklıma da özellikle genç insanlar için öfkenin bugün en önemli konulardan biri olduğu geldi. Patrick Frater, Denis Lim ve Patrick Brzeski’nin sırasıyla Variety, Film Comment ve Hollywood Reporter sitelerinde yayınlanan röportajlardan yararlanıldı.