Çağımızın en radikal düşünürlerinden biriydi Immanuel Wallerstein. Dünya Barış Günü’nden bir gün önce 88 yaşında hayata gözlerini yumdu. Wallerstein, bir Alman-Yahudi ailenin çocuğu olarak 1930 yılında dünyaya geldi. Ailesi Weimar Cumhuriyeti’nin kuruluşundan yedi yıl sonra (1925) Amerika’ya göç etmişti. Wallerstein sosyal bilimler, tarih, siyaset bilimi ve sosyoloji okudu. Modern Dünya Sistemi teorisinin ortak kuramcısı olarak büyük düşünürlerin çeperinde çok erken yaşlarda yerini aldı. O her şeyden önce cesur bir entelektüel, çığır açan bir kuramcı, ilham veren bir düşünür ve çağın önde gelen sosyologlarındı biriydi. Asi olan ruhu şad olsun derken bir daha gölgesinde oturamayacağımız koca bir çınarın ölümünü kastettiğimi biliyorum. Çünkü ezilenler için en kudretli gölgelerden biriydi ve durmadan onları yakıcı güneşin ışınlarından korumaya çalışıyordu kurduğu her sözle.
O aynı zamanda sosyal bilimler dünyasının nezdinde de çığır açan bir kuramcı, sosyal kurgulara ilham veren bir düşünür ve çağın en mütevazı entelektüeliydi. Wallerstein, kelimenin tam anlamıyla, ekonomik merkezi alanların ve bunlara bağlı çevre bölgelerinin ortaya çıkması gerektiğini olgusal bağlamlarıyla göstererek yeni bir keşif haline geldi. Başka bir deyişle, eş zamanlı olmayan, eşzamanlılığa ilişkin felsefi bilgiyi dünya ölçeğinde gerçek ekonomik koşullara dönüştürmeyi başardı. Hakim neoklasik ve Marksist modernleşme teorilerinin yanı sıra postmodern yaklaşımları ve mevcut ulus devlet modeli de olgusal ölçülerle reddetti.
Tam bu noktada Wallerstein’in “modern dünya sistemi” teziyle Öcalan’ın “ulus devlet eleştirisi” tezi örtüştü. Lakin Öcalan’a göre “ulus devlet”, ayrıştırıcıdır, tekleştiricidir, çok kültürlülüğü inkar edendir, emperyal amaçlar güden, sınıf çatışmasını körükleyen, bürokrasiyi büyüten, ötekileştiren, yok sayan, toplumsal olanı ezen ama devlet cihazı kutsaldır. O halde, bu aşılmış modelin yerine bütün bu olumsuzlukları ters yüz edecek başka bir sosyal kurgu bulunmalıydı. Kuramsal düzlemin yanı sıra etkin siyasetin temel öznesi olan Öcalan bunu “demokratik ulus” kavramıyla tanımladı ve bağlamda tezler yazdı. Buna göre Demokratik Ulus mefhumu en geniş anlamda birlikte yaşamayı önceleyen, eşitsizliğe alan açan, kültürel birlikteliği vaat eden, inanç ve fikir serbestiyetini kuran, herkesi özgür kılan, merkeziyetçiliği reddeden, yerel kültür ve unsurlara önem veren bir yönetim sistemdir. Böyle bir sistemde kimse kimseye tahakküm etmez, emek sömürüsüne müsamaha gösterilmez, ticarette aşırı kâr amacı güdülmez, ekoloji talan edilmez, ekosisteme önem verilir, doğa korunur, insan merkeze alınır, kadın-erkek ayrımı kalkar, her türlü etnisite bir kenara bırakılır, bütün etnik gruplar bir araya gelerek “demokratik ulusu” oluşturur.
Dolayısıyla Öcalan’ın demokratik ulus olarak tanımladığı yeni model Wallerstein’in dört ciltlik koca opus magnum “Modern Dünya Sistemi” tezlerinde ana eksenini oluşturan tezlerdi. Buradan hareketle Wallerstein’in 16. yüzyılın başından 20. yüzyılın küreselleşmenin entelektüel ve ideolojik temellerine kadar kapitalizmin tarihini mercek altına almasının esas sebebi tam da buydu. Nitekim Wallerstein, akademik çalışmalarının yanında her zaman politik olarak tutarlı bir duruşa sahipti. Bu, ilk kez 1971’de Columbia Üniversitesi’nde öğretim görevlisiyken görevinden vazgeçip öğrencilerin Vietnam Savaşı karşıtı protestoları sinatize etmek için Kanada’ya gitmesiyle kanıtladı. Orada sosyoloji konusunda profesör olup ABD’ye geri döndü ve New York Eyalet Üniversitesi’nde emekli olana kadar aynı alanda ders verdi. Bunun yanı sıra yıllar boyunca, Paris’teki Fransız tarihçi Fernand Braudel’ye adanmış “École des hautes Études en Sciences Sociales”i layıkıyla yönetti. İnsanlık tarihinin en ağır ve adil olmayan konular üzerinde düşünüp söylemler öğretmesine rağmen hayatının bir yanı hep neşeli kaldı.
Onun için 68’lerin ilhamıyla 1980’lerde, hem ruhsal dünyasının birer keşfi hem de bilimin aşkın ekranları olan Andre Gunder Frank, Samir Amin, Sulviu Brucan ve diğerleri ile birlikte dünyayı gezdi ve sermaye birikimi sürecinde çok önemli olan öğrencilere kapitalizmin kritik araçlarını neşeyle öğretti. Dünya sistemindeki bölgesel eşitsizliklerin ve sosyal eşitsizliklerin nedenlerini anlattı. Özellikle küresel kapitalizme sert eleştirileri ve anti-sistem hareketlere olan desteği, onu küreselleşme karşıtı mücadelede Noam Chomsky ve Pierre Bourdie gibi isimlerle aynı düzeye taşıdı.
Hem ezilenlerin ve çevre hareketlerinin mücadelesini hem de ulusal kurtuluş hareketlerin davasını destekledi. Wallerstein’in Modern Dünya Sistem Analizi Türkiye’de çok az bir kesim tarafından bilinse de sosyolojik ve siyasal bilimler tezleri özellikle sol cenah ve Kürt modern hareketi tarafından bilinmektedir. Özellikle Öcalan’ın hapishane okumaları çerçevesinde temel bir referans haline gelen Wallerstein tanınan biri haline geldi. Çünkü Öcalan’da mevcut sosyal kurguların yönetsel aygıtların yetmezliği nedeniyle araştırmalara yoğunlaşırken mevcut dünya sistemlerinin gelecekteki gelişmelere cevap olamayacağını saptadığı için Wallerstein’in tarihin ve Modern Dünya Sistemi’nin analizine odaklandı.
Dünya sistemi analiz yaklaşımının hangi yönlerinin sosyolojik bilişsel gelişimi sağladığı ve yaklaşımın toplumsal yönlerinin nerede olduğunu eleştirel olarak ele alarak kendi kuramsal doktrinini oluşturdu. Bu temelde, 21. yüzyıl içinde Wallerstein’ın modern dünya sisteminin ne denli geçerli olduğu vurgusunu ilk yapanlardandı Öcalan. Wallerstein’ın Türkiye’deki çalışmalarına henüz bir girişi yazılmadı. Ayrıca, dünyadaki mevcut sosyal hareketlerin durumunun heyecan verici ve tartışmaya değer değerlendirmesinin gelecek 50 yıl için önemli olduğu tespiti önemli bir öngörü olarak önümüzde duruyor. Dolayısıyla yeni bir sistem kuramıyla yeni bir siyasal sistemin yoğunca tartışıldığı ve ancak bu temelde toplumsal sorunlardan çıkış sağlanabileceğinin genel kabul gördüğü bir süreçte Modern Dünya Sistemi’nin analizin olgularıyla anlama ve anlatma ve daha da önemlisi pratikleştirme çabası en değerli toplumsal çabalardan biri olarak tarihe geçti. Ancak böylesi özverili bir çabayla toplumun söz ve karar düzeyi ve pratiğe akacak iradesinin açığa çıkarılması mümkün olabilir. Wallerstein’in kavramsallaştırdığı çerçeve ne bir “son” ne de yeni bir “başlangıçtır”.