24 Haziran Cumartesi günü Rusya Federasyonu’nda yaşanan Wagner başkaldırısı, 24 saati tamamlamadan sonlandırıldı. Ancak Cuma’dan Cumartesi’ye yaşanan olaylar belli ki uzunca bir süre daha tartışılmaya devam edecek. Ne de olsa böylesine büyük bir kalkışmanın arka planı hakkında şu anda sadece bölük-pörçük bilgilere sahibiz. Üstelik bu bilgilerin önemli bir bölümü maddi gerçeklerden çok yorumlardan, değerlendirmelerden oluşuyor.
Yüzeysel bir tanımlamayla, Rusya’da bir özel teşebbüs girişimi olarak Wagner adlı paralel ordu yapılanmasının, ülkenin savunma bakanına ve genelkurmay başkanlığına meydan okumasıyla tanımlanan bir kalkışma söz konusu. İddialara göre Ukrayna Savaşı’nda cephenin ön saflarında savaşan Wagner, gerekli cephane ve lojistik temininde güçlükler yaşayınca ordu ve paralel ordu arasında iş birliği yerini birbirinin kuyusunu kazmaya bırakmış.
Yaşananlar paralel yapılanmalardan medet uman tüm siyasi odaklar için ibret verici özellikler taşıyor. Bu ve benzeri örgütlenmeler, meselelerin izlediği gelişmelere bağlı olarak çok kolaylıkla ortada bırakıldıkları gibi, ihanete uğradıklarını hissettikleri anlarda da cepte patlayan bir el bombasına dönüşebiliyor.
Kolayca ortada bırakma örneği olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın SADAT kurucusu ve bir dönem askerî konulardaki başdanışmanı General Tanrıverdi’yi tanımadığını söylemesini anımsamak gerek.
Rusya’da yaşananlar Türkiye’de birçok insanın SADAT yapılanmasını anımsamasına sebep oldu. Bu çağrışım çok doğal, zira her iki örneklem arasında önemli farklar olduğu gibi, benzerlikler de çok fazla.
Önce farklara değinelim. Wagner önemini ve gücünü savaş pratiği içinde artırmış bir oluşum. O yüzden de SADAT ile kıyaslanmayacak bir ağır silah ve mühimmat envanteri var. Keza savaş koşullarından kaynaklı, büyük bir personel sayısına sahip. Bu sayı resmî verilerle 25 bin olarak açıklansa da ABD istihbarat servisleri 100 bin askerden söz ediyor. Kaldı ki sıcak savaş koşullarında personel sayısı ihtiyaçlar doğrultusunda artma ve eksiltme gösterebilir. Sonuçta zorunlu olarak askere alınanlardan değil, bir iş veya meslek olarak, belirli bir ücret karşılığında orduya katılanlardan, bir anlamda çalışanlardan, daha doğrusu savaşanlardan söz ettiğimizi de unutmayalım.
Benzerliklere gelince, Wagner’in kurucusu ve patronu, devlet başkanının eski bir arkadaşı. Maddi anlamda birikimini Putin’in sağladığı imkânlarla edinmiş. Doğal olarak da kendisinden sadakat beklenen bir figür. SADAT’ın kurucusu ise, irtica faaliyetleri gerekçesiyle ordudan uzaklaştırılmış bir general. Belli ki hava dönmüş, yel kendinden yana esmeye başlamış ve o da yelkenlerini doğru zamanda fora ederek bu rüzgârı arkasına alıp gemisini yürütmüş. Bu yolculukta iktidarın desteği de yadsınamaz bir gerçeklik olarak orta yerde duruyor. Olası bir yüksek gerilim anında o da hem mühimmatını hem personel sayısını mevcudun çok ötelerine taşıma potansiyeline sahip bir kuruluş.
Wagner, SADAT veya başta ABD olmak üzere herhangi bir ülkedeki benzer kurumlaşmaların arka planında siyasi iktidarların beka sorunu yatmaktadır. Örneğin Türkiye’de yüz yıllık bir zaman diliminde meşru iktidarın askerî darbelerle alaşağı edilmesinin örneklerini defalarca yaşadık. Seçilmiş meşru başbakanın, iki bakanıyla birlikte darağacına gönderilmesine tanıklık ettik. Devlet içindeki paralel yapılanmaları konuşurken bu tarihî arka planı da akılda tutmakta fayda var. Ülkemizde polis teşkilatının askerî araç-gereçlerle donatılmasına olanak sağlayan yasanın çıkarılmasını bu bakış açısıyla değerlendirmek zorundayız.
Kaldı ki Türkiye Cumhuriyeti tarihi, aynı zamanda bir paralel yapılanmalar tarihidir. Adına ‘derin devlet’ denerek genişçe bir örtünün altında saklanan giz, ancak ‘Azınlıklar Tali Komisyonu’ adlı yapının tasfiyesi ile, General Sabri Yirmibeşoğlu’nun ‘Özel Harp Dairesi’ hakkındaki itiraflarıyla kısmen görülür hale geldiler.
Bu ülkede JİTEM olarak kodlanan yapı, ordu içindeki hiyerarşiyi altüst ederken, üsteğmenler yarbaylara emir verirken, perdenin önünde ise en yetkin makamlar bu yapının varlığını inkâr etmekle meşguldü.
Bu sütunun daimî okurları ‘yazarın takıntısı’ derse şaşırmam, ama ben tüm bu yaşananların tarihi ne kadar geriye gitse de küresel neoliberal kapitalizmin eserleri olduğunu düşünmeye devam edeceğim.