Cem Şahin
Paris’in Avrupa’daki Kürt katliamlarının merkezi haline gelmiş bulunması yapılan ikinci katliam olması hususuyla epey önem teşkil etmektedir. Katliamı düzenleyenler Sakine Cansız ve iki kadın aktivisti öldürenlerle aynı cenahtan. Böylesi derin bir istihbarata sahip olması epey düşündürücü olan saldırganın Ahmet Kaya KM ve Kürt esnafların dükkanlarını biliyor olması tesadüften öte bir anlam teşkil etmektedir. IŞİD barbalarına karşı savaşmış bir kadın komutanın doğrudan hedef alınarak öldürülmüş olması basit bir ırkçı organizasyondan öte bir planın işletildiğinin en temel göstergesidir. Bundan önce gerçekleştirilen katliam, barış süreciyle meşruluğunu güçlendirmiş Kürt iradesinin teslim alınması için yapılmıştı. Yine aynı karanlık odaklar bir kez daha Kürtlerin demokratik ve meşru siyaset yapma araçlarını ilga etmek, kazanılmış haklarını yok etmek istemektedir. Şüphesiz bu saldırıları dünya konjonktüründe yaşanılan krizlerden ayrı düşünmemek gerekir.
Her emperyalist ülke gibi Fransa da Rojava’da yürütülen savaşta taraf olmuş, silah ikmali üzerinden sağladığı kazancın en büyük ortaklarından biri olmuştur. Suriye’nin genelinde yaşanılan savaştan kaynaklı göçmen sorununu popülist siyasetlerinin uzantısı haline getiren Fransa, ezilen göçmenlerin ve savaş karşıtlarının en ufak hak talebini dahi şiddetle bastırmaya çalışmıştır.
Kürt diasporası da kendi üzerinden işletilen katliam pratiklerini Türkiyeli antifaşist kesimler ve Avrupalı antifaşist güçler ile güçlü bir protesto hareketine dönüştürmüş, ırkçı politikalara karşı ezilenlerin birleşik cephesiyle ortak hareket ederek sokak çatışmalarıyla hesap sormuştur. Oluşturulan ortak cephede bir yandan kendi yaşamlarına, geleceklerine sahip çıkan ezilenler, diğer yandan da Kürtler üzerinden yürütülen soykırım politikalarına militan bir kalkışmayla cevap olmuş, ırkçı/şovenist tutumlara yakıcı bir cevap vermişlerdir. Beka bahanesiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin imha siyasetinin süreklileşmiş nesnesi kılınan Kürtlerin herhangi bir statü ve hak kazanımı elde edememesi için türlü savaşlar yürütülmüş ve hala da yürütülmektedir.
Türkiye burjuvazisinin silah ticareti üzerinden yürüttüğü kazançlı ekonomik alanın sönümlememesi için Kürtlerin barışçıl Ortadoğu mücadelesi her türlü gerici ittifakla oyun dışına atılmak istenmektedir. Aynı şekilde ezilen halkların demokratik ve barışçıl bir şekilde yaşam sürmesini kendi sömürgeci işleyişlerine tehdit gören emperyalist güçler Rojava’da elde edilecek bir statünün Ortadoğu’nun geneline sirayet etmesinin korkusuyla Kürtlere karşı yapılacak birçok katliama böylece alan açmakta, evrensel bir muhteva kazanmış Kürt realitesini büyümeden saldırıya açık hale getirmek istemektedir. Bu korku Kürtler üzerinden yürütülen vazgeçilmez bir politika olarak yıllardır aynı istikrarla işe koşulmaktadır. Çok iyi bilmekteyiz ki devletin başına hangi ırkçı oluşum geçerse geçsin Kürtlerin statü elde etmesi engellenmiş ve dahi bu temel bir görev olarak görülmüştür. Çok değil 6’lı masa denilen ve TÜSİAD sermayesinin temsilcisi olan burjuva partiler açıkladıkları deklarede Kürtler ve emekçilerin geleceği hakkında tek kayda değer hedef açıklamamıştır. Ez cümle iktidar da değişse bu sömürgeci/faşist düzen yıkılmadan ezilenler cephesinde değişecek çok şey de olmayacaktır.
Birçok dönem olduğu gibi bu dönem de Kürtler üzerinden yürütülen baskıcı politikalar kesintisiz devam etmektedir. Kürtleri sopalayarak diğer ezilen kesimlere de göz dağı veren mevcut iktidar HDP yöneticileri dahil olmak üzere devrimci/demokrat birçok özneyi gözaltına alarak tutuklamış, Kürtler başta olmak üzere tüm demokrasi güçlerine savaş açmıştır. Hem ulusal hem uluslararası düzeyde demokrasi mücadelesinin en güçlü bileşeni olan Kürt özgürlük mücadelesi türlü uygulamalarla bertaraf edilmeye çalışılmaktadır. Bu uygulamalar Kürtler nezdinde yeni değildir, zira Kürt halkı uzunca bir yıldır her türlü baskı ve asimilasyon politikasına karşı direnmiş ve bedel ödemiş bir halktır. Her savaştan galip çıkamasa da yenilmemiş, kendi politik ufkunu derinleştirmiş ve diğer ezilen halklara umut olmaya devam etmektedir.
Bu bağlamda ister Fransa’daki katliamlarda, isterse coğrafyamızdaki ırkçı politikalarda olsun bu saldırılar karşısında ne tür bir cevap üretileceği oldukça mühimdir. Artık ulusaşırı bir karakter kazanmış yeni kalkışma repertuarları Rojava’yla Chipas’ı, Sarı Yelekliler’le, Türkiyeli işçileri aynı bağlama endekslemiş, sömürgeci güçlere verilen mücadele hiç olmadığı kadar enternasyonal bir düzeye kavuşmuştur. Irkçılığa, sömürgeciliğe ve asimilasyona karşı halkların eşit ve birlikte mücadelesini büyümüş, devrimci güçler birbirlerine ilham kaynağı olmuştur. Bundan ötürü ezilenlerin mücadelesini birbirini güçlendirecek şekilde büyütmek ve yan yana getirmek gibi bir görevle karşı karşıyayız.
Halkların ve emekçilerin kendi geleceğini güvence altına alması, bütün ezilenlerin ortak cephesini oluşturması, her türden mücadele araçlarının örgütlenmesiyle mümkündür. Paris’teki ayaklanma bu bakımdan epey öğretici olmuştur. Ülkemiz için de yapılacaklar bellidir öyleyse. Başta Kürt halkı olmak üzere özgür dünya mücadelesi veren bütün bileşenler antifaşist bir güzergahı oluşturmak ve korumakla mükelleftir. Bu bakımdan temel kaygı ezilen halkların 3. Yol patikasını arşınlamak ve bu pratiği güçlendirmekten geçmektedir. Yaratılmaması sonucunda ise yaşayacaklarımız geçmişin acı deneyimlerini tekrarlamaktan öteye geçemeyecektir.