Erdoğan, haftalık kabine toplantısının ardından yaptığı açıklamada şunları söyledi: “İhmaller ve skandallar zincirinin bir sonucu olarak rızkının peşindeki 29 emekçi kardeşimiz İstanbul’un göbeğinde hayatını kaybetti. Ancak ne sendikalardan ne basın yayın kuruluşlarından ne de muhalefet cephesinden kayda değer hiçbir tepki gelmedi. Güya hak, hukuk ve adalet adına Van’a koşanlar, Beşiktaş’ta göz göre göre can veren işçiler için tek bir adım dahi atmadılar. Bunun adı sadece vicdansızlık değil, aynı zamanda ikiyüzlülüktür.”
Erdoğan’ın Beşiktaş’ta yaşanan iş cinayeti için gösterdiği duyarlılık önemlidir. Gerçekten daha önceki iş cinayetleri gibi 29 işçinin ölümü de sendikalardan, basından ve muhalefetten gereken ilgiyi görmemiştir. Elbette gerekli tedbirleri almadığı, denetimleri yapmadığı için doğrudan ya da dolaylı olarak iş cinayetlerinde sorumluluğu olanların cezalandırılması için gerekli tepki ortaya konulmalıdır. Cumhurbaşkanı’nın ima ettiği gibi CHP, denetim sorumluluğunu yerine getirmeyen belediye yönetimi kendisinden olduğu için cinayetleri önemsemiyor ya da partili oldukları için sorumluları koruma çabası içine giriyorsa bu asla kabul edilemez (Aynı durum belediyeleri yöneten diğer partiler için de geçerlidir. Sendikaların iş cinayetlerine yönelik ilgisizliği ise ayrıca ele alınması gereken bir meseledir.).
Ancak bu arada şunu da göz ardı etmemek gerekir: Beşiktaş’ta gerçekleşen iş cinayetine tepki göstermeyenleri vicdansızlıkla ve ikiyüzlülükle suçlayan Erdoğan, 22 yıldır bu ülkeyi yönetmektedir ve onun devleti yönettiği dönemde yaklaşık “33 bin emekçi” iş cinayetlerinde yaşamını yitirirken -başta Soma olmak üzere- katliama dönüşen iş cinayetlerinin hemen hiçbirinde sorumlulardan hesap sorul(a)mamıştır. Buna iş cinayetlerine neden olan üretim sistemini dayatan ekonomi politikalarının ve emekçileri örgütsüzleştiren, güvencesizleştiren çalışma rejiminin mimarı olan iktidar sahipleri ile işçi sağlığı ve güvenliğini sağlayacak önlemleri alması ve denetlemesi gereken kamu yetkililerini de dahil etmek gerekir. Bu bakımdan bugüne kadar iş cinayetlerini “fıtrat” olarak değerlendiren, önlenmesi için kılını dahi kıpırdatmayan iktidarın başındaki kişinin sendikaları, basını ve muhalefeti iş cinayetlerine karşı duyarsız olmakla ve hatta ikiyüzlülükle suçlaması son derece manidardır!
Erdoğan’ın açıklamasındaki diğer önemli husus ise “Güya hak, hukuk ve adalet adına Van’a koşanlar, Beşiktaş’ta göz göre göre can veren işçiler için tek bir adım dahi atmadılar.” ifadesiyle Van Belediyesi’ne çökme girişimi ile Beşiktaş’taki işçi ölümlerini ilişkilendirmesidir. Her şeyden önce Van halkı başta olmak üzere toplumun geniş kesimlerinin tepki gösterdiği, direndiği bu çökme girişiminin haksız, hukuksuz olduğu konusunda -YSK’nın da bu yöndeki kararına rağmen- Erdoğan, “güya” ifadesini kullanarak aynı görüşte olmadığını göstermektedir. Ama daha önemlisi Erdoğan’ın -geçmişten bu yana değişmeyen devlet refleksiyle- işçi ölümlerine kayıtsız kalanların Van’da Kürt halkının direnişine destek vermesini sorgularken Van’daki hukuksuzlukla birlikte işçi ölümlerine de kayıtsız kalanlardan herhangi bir rahatsızlık duymamasıdır. Yani Van’daki hak gaspına tepki göstermeyenler, 29 işçinin ölümüne sessiz kalsalar da Erdoğan’ın “vicdansız, ikiyüzlü” sıfatlarından azadedir.
Seçim yenilgisiyle toplumsal desteğini tamamen kaybettiği görünür olan Erdoğan’ın Kürt halkının direnişi karşısına iş cinayetlerinde ölen işçilerin hakkından, hukukundan söz etmesinin nedeni “artan sömürü, yoksulluk ve iş cinayetleri karşısında hareketlenmeye başlayan işçi hareketi”nin Kürt hareketiyle temas ederek mücadelelerin ortaklaşabileceği kaygısıdır. Erdoğan bu kaygısında haklıdır. Kürt hareketi ile işçi hareketi, Türkiye’de toplumsal mücadelenin iki temel unsurudur. Bunlardan birinin güçlendiği dönemlerde demokraside sağlanan gelişme, diğerini de güçlendirir; bunlardan biri zaafa uğradığında ise demokrasiyle birlikte diğerinin mücadelesi de geriler. 80’li yıllardan itibaren dünyada olduğu gibi Türkiye’de de işçi hareketi etkisini kaybederken Kürt hareketi, 80’li yılların ortalarından itibaren toplumsal mücadelelerin en önemli dinamiği haline gelmiştir. Dolayısıyla işçi hareketinin yeniden güç kazanması ve Kürt hareketiyle mücadelede ortaklaşması, sadece siyasi iktidarın değil sermayenin de korkulu rüyası olmaktadır.
Bu korkular, kaygılar boşuna değildir. AKP’nin emekçileri sefalete iten canlarını, kanlarını sömüren politikaları işçi sınıfında yeni bir hareketlenmeyi beraberinde getirmektedir. Sendikal bürokrasi aşılamadığı için -şimdilik- bu hareketlenme kendisine geniş bir mücadele alanı bulamasa da ülkenin dört bir yanında iş yeri, işletme düzeyinde birçok direniş gerçekleşmektedir. Son örneğini İzmir’de Lezita fabrikasında gördüğümüz üzere AKP iktidarı; direnen işçilere jandarma vasıtasıyla en sert biçimde müdahale etmekte, hakkını arayan Kürtlere olduğu gibi hakkını arayan emekçilere de düşman hukuku uygulayarak direnişi kırmaya çalışmaktadır.
Sözün özü: Kürt halkının siyasal ve kültürel talepleriyle işçi sınıfının ekonomik ve sosyal taleplerinin birbiriyle çelişmediği, aksine demokratikleşme zemininde birbiriyle örtüştüğünün anlaşılması, egemenlere karşı gösterilen toplumsal direnci karşı durulamaz ölçüde büyütecektir. Erdoğan’a bugüne kadar “fıtrat” dediği iş cinayetinden ölen işçileri hatırlatan; vicdandan, ikiyüzlülükten söz ettirense işte bu direnci kırma çabasıdır.