Türkiye’de siyasetçiler yalanı seviyor. Siyasetçinin söylemlerinden yalan söylemeyi çıkarmak mümkün olabilseydi siyasetçi sudan çıkmış balığa dönerdi ama ne mümkün. Türkiye’de iktidarlar hemen her dönemde manipülasyonlar üzerine inşa edilmiş söylemler kullanageldi. Ama denilebilir ki hiçbir dönem son dönemlerde olduğu kadar kara propagandanın pençesinde olmadı. İşte yine Türkiye’ye özgü yeni bir seçim arefesindeyiz. Mevcut iktidar medyayı da yedeğine alarak yalan-dolan üstüne ayrıştırma, kutuplaştırma ve ötekileştirme üzerine kurdu söylemlerini. Kendinden olmayanı hainlikle suçladı, baskı altına aldı, davalar açtı, gözaltına aldı, tutuklayıp mahpuslara gönderdi. Haklar hukuklar çiğnendi, eli kolu bağlı olarak mücadele etmeye mahkum edildi. Kişi biraz da kendi tercihlerinin cezasını çekiyor ve bunun farkında değil. Şairin dediği gibi “Kabahatin çoğu senin canım kardeşim.” “…. Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende. / Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer / ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak / kabahat senin, –demeye de dilim varmıyor ama– / kabahatın çoğu senin, canım kardeşim.”
***
31 Mart’ta yapılacak yerel seçimler demokrasi mücadelesi için büyük bir dönüşümü başlatacağı gibi, aynı zamanda kayyıma, tekçi anlayışa, otoriter rejime karşı da bir demokrasi referandumu anlamını taşıyor. Seçmenlerin büyük bir bölümü, belli ezberlerle hamasi söylemlere oy veriyor. Seçim bildirgelerinde neler var neler yok ona bakmıyor. Bilinen ve var olan siyaset anlayışının ötesinde yeni bir bakış açısı, yani bir anlayış geliştirilmeye çalışıldığında bildik siyaset daha bir saldırgan hale geliyor. Argümanları ve uygulamaları daha da ırkçı bir hal alıyor. HDP’yle bunca uğraşmanın, onu sistem dışına itmenin ve yok etme çalışmalarının sebebi de buradan kaynaklı. Çünkü alışılagelmiş söylemlerin, nutukların ötesinde bir dil kullanıp farklı şeyler söylüyor. Türkiye’de ilk olarak bir parti ülkedeki tüm halk kesimlerinin, tüm renk ve kültürlerin eşit olacağı özgürlük ve birlik adına çoğulcu bir yapıdan söz ediyor. Gerçek demokrasiye ancak bu sayede ulaşılabileceği gerçeğini söylüyor ve programını bunun üzerine kurguluyor. Bu seçim bildirgesini de bu paradigmayla oluşturmuş. Yerel yönetimlerde doğrudan demokrasiyi hayata geçirmeyi hedefliyor. Yaşadığı kentin yönetimine katılmak her bireyin temel kent hakkıdır diyor. Yerel Yönetim anlayışımız halkın doğrudan yönettiği kentler inşa etmek üzerine kuruludur. İhtiyaçlar da çözüm de halk tarafından belirlenmeli diyor. Bildirge; çok kültürlü ve çok dilli bir yaşamı varlık gerekçesi olarak belirlemiş, iktidarın ırkçı, cinsiyetçi ve milliyetçi kültür ve sanat anlayışına karşı, demokratik ve toplumcu bir sanatın geliştirilmesi için mücadele etmenin gerekliliğini vurguluyor. Kültür ve sanatın gelişmesi ve yaygınlaştırılması için; kültür evleri, kütüphaneler, müzeler, galeriler, sinema ve tiyatro salonları gibi mekanlar inşa etmeyi ve var olan tarihsel ve kültürel mekânları koruyacak önlemler almayı, doğal ve kültürel eserleri aslına uygun olarak restore etmeyi, demokratik-ekolojik toplumsal kültürü canlandıran yerel etkinlikler düzenleyerek kültürel, sanatsal, edebi faaliyetler yürütmeyi öngörüyor. Bununla birlikte: Kültürü ve anadili unutturma rejimine karşı şehirlerde toplumsal hafızayı ayakta ve canlı tutacak, bunu gelecek nesillere aktaracak çalışmaların yürütülmesi gerektiğini belirtiyor.
***
Türkiye içinde bulunduğu her türlü krizin panzehiri barış, demokrasi hak ve özgürlüklerin, adaletin ikamesidir. Bu seçim sırdan bir yerel seçimin ötesinde anlamlar taşıyor. Görünen o ki bugün artık hayat bizden yeni tanımlar, anlamlar, yeni roller ve hamleler bekliyor. Mühür elimizde şimdi. Yeni bir mevsimin ılık rüzgârlarıyla bazı eskileri silkeleme zamanıdır. Şimdi özgüven tazelemek, şimdi yenilenmek zamanıdır. Paslı bir çiviyi duvardan söker gibi… Çürük bir dişi çeker gibi… Bir sevda çiçeğini sular gibi. Bir yağmurun sesine ayarlanmış adımlar gibi. Emek gibi, şiir gibi, aşk gib… İşte yarının pusulası, işte vicdanın mührü.