Türkiye demokrasisi yüz yıldır vesayet altındadır demek sanırım yanlış olmaz. Ulus devletlerin ortaya çıkışı ve inşa süreçlerini etkileyen faktörleri birlikte düşündüğümüzde söylemek istediğimi daha iyi ifade etmiş olurum. Genel olarak ulus devletler demokrasiye kurucu iradelerinin belirlediği sınırlara kadar tahammül gösterebilir.
Ulus devletin kurucu iradesini “özel çekirdek” devlet olarak tanımlayabiliriz.
Monarşilerin çöküşü ve yerine inşa edilen modern devletlerin kendilerini hukuk devleti olarak tanımlamaları cumhuriyetçi devleti demokrasi ile buluşturmuyor.
Yasama, yargı ve yürütme anayasal düzeyde tanımlanmış olsa da kuvvetler ayrılığı meselesinde “çekirdek” devlet yasamayı denetleyecek vesayet kurumunu mutlaka tanımlamıştır. Bizim ülkemizde en somut örneği 1961 anayasasında somut ifadesini bulan Milli Güvenlik Kurulu’dur. Kapitalist üretim ilişkileriyle düşündüğümüzde sermayenin vesayetini ayrıca ekleyebiliriz. Devletin başına cumhuriyeti eklemek demokratik bir devleti tanımlamıyor.
15 Temmuz darbe girişimi bugün daha iyi anlaşılıyor ki vesayetçiler arasındaki hegemonyanın yansımasıdır. Bu kavga sonuç olarak demokrasi değil yeni vesayeti üretmiştir.
AKP’nin inşa ettiği yeni rejim yasama ve yargı üzerine mutlak bir vesayet kurmuştur. Eski rejim de yürütmeyi denetleyen Milli Güvenlik Kurulu bir biçimde yeni sistemin içine monte edilmiştir diyebiliriz.
14 Mayıs seçimlerinin bir bakıma bir siyasi partinin kazanıp, diğerinin kaybetmesinden çok yasama üzerindeki vesayete devam mı tamam mı seçimi olacaktır.
Demokratik Cumhuriyete ulaşma mücadelesi yürüten Yeşil Sol Parti’nin mücadele programının hedefi aynı zamanda yürütme üzerindeki vesayeti kaldırma mücadelesidir.
1923’te kurulan Cumhuriyet’in bir arada yaşamayı esas alan bir toplumsal uzlaşılmış sözleşmeye ya da anayasaya sahip olmadığını biliyoruz.
Farklı kimlik ve kültürlere sahip yurttaşları yok sayan bir zihniyetin konjonktüre de uygun olarak kurduğu ulus-devlet, yaklaşık yüzyıldır devam eden çatışma, tasfiye, yok sayma ve katliamlar ve sorunlarıyla bugüne kadar geldi. Militarizmin uhdesinde siyaset kıskacından hiç çıkmadı.
Son 20 yıldır iktidarda bulunan siyasal İslamcı parti olarak tanımlanan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) 1923’te kendisinin de tüketemediği hesabı ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, kendi hikâyesini ‘Kemalist’ cumhuriyetle nasıl sonuçlandıracağını Dolmabahçe Mutabakatı’nı bozduğunda belirlemişti. Şimdi ise Cumhur İttifakı’nı oluşturan partilerin siyasi çizgileri bize gerekli bilgiyi veriyor.
14 Mayıs seçimlerini muhalefetin kazanması halinde Türkiye siyasetinin her düzeyde yeni siyasal açılımlara gebe olduğu görünüyor. Bu sancılı dönemin aktörleri başta CHP olmak üzere hiçbiri mevcut sürdürdükleri siyaseti sürdüremezler. Türkiye’nin temel meselelerini çözecek yeni bir siyasi yönelimi ortaya çıkartmaları gerekiyor, aksi takdirde kısa süre içerisinde hüsrana uğramaları kaçınılmazdır.
Yeşil Sol Parti fikriyatı önümüzdeki dönemin siyasetine sözü olan en kapsamlı programa sahiptir. Bu programı toplumsal değişim iradesine dönüştürecek güç 14 Mayıs seçim sonuçlarına mutlaka yansıyacaktır. Bu yansımanın yeni bir barış siyasetini zorunlu kılması kaçınılmazdır.
HDP ile Kılıçdaroğlu görüşmesinde Kürt sorununun çözüm adresinin Meclis olduğunun altı çizildi. Elbette bu konuda parlamentonun alacağı sorumluluk çok önemli. Bu vurguyu önemsemek gerekiyor. Ancak çözümün adresi Meclis’tir vurgusu konuyu İmralı’dan uzak tutma vurgusuna tekabül ediyorsa söylememiz gerekiyor ki durum çözümsüzlüğe bahane aramaktır.
Sonuç olarak;
Türkiye’de barış, bir arada yaşama iradesini engelleyen bütün faktörlerin kaybetmesiyle sağlanabilecektir.
Gerçeklik şu ki; Türkiye Kürt sorununu çözebilirse Türkiye olacak, Kürtlerin Türk asıllı yaşaması sürekli savaşı ve gerilimi büyütecektir. Mezhepsel ayrımlar, emek ve doğa sömürüsündeki yağmalama siyaseti barışı mücadelesini geriletecektir.
Buna izin vermeye hakkımız yoktur, yapılması gereken, seçimlerden sonra Emek ve Özgürlük İttifakı’nı genişleterek muhalefetin mücadele platformuna dönüştürmektir.