Son Venezuela seçimleriyle birlikte, Madurocu iktidar, -Özellikle Chavist demiyorum- Ulusal Meclis seçimlerinde, oyların yüzde 67’sini alarak bu Meclisteki çoğunluğu da aldı, bir önceki yazıda değindiğimiz gibi. Katılımın sadece yüzde 31’de kalmasının gölgesinde bir seçim ama Venezuela’da 20 yıldan fazladır, en azından görüntü olarak aynı olan Bolivarcı iktidar için yine de bir zafer.
Peki bu Bolivarcı iktidar ile yaklaşık yine 20 yıldır ve yine görüntü olarak, aynı kalan Erdoğan iktidarı, birbirine benziyor mu?
Daha doğrusu, birbirine benzeyen taraflar var mı ya da ne kadar birbirine benziyor?
-Bu gibi karşılaştırmalarda, örnek vermelerde, mutlaka hemen çıkılıp ‘hayır’ denilebilir. Tabii ki çok kolaydır, dünyanın iki yanında olan, iki ülkenin arasındaki farklılıkları saymak, ancak ‘benzerlikler’ daha az olsa da çarpıcıdır ki bu da özellikle denklemlerin ortak paydasını gösterir. Yoksa aynı sınırlar içindeki Bask ülkesi ile Katolunya’nın bile arasında onlarca farklı şey sayılabilir, hem hegemonya, hem mücadele hem de nitelik açısından.-
Bu tamamen iki ayrı iktidarın biçiminin, bazı kaba sayısal tesadüfler ile, yine çok kaba bir analizle, birer darbe denemesi yaşamaları ve hala iktidarda olmaları benzerdir. Ancak esas benzerlik, bu ülkelerde, her şeye rağmen, yine de yüzde 30’lar gibi, kendilerini iktidarda tutabilecek bir orana, hala sahip olmalardır ya da başka deyişle onların dışında hiç kimsenin bu ‘çoğunluğa’ sahip olamamasıdır.
İşte burası tam olarak benzerdir ve ikisini de iktidarda tutan anahtar noktadır. Nasıl oluyor da hala ve her şekilde, neredeyse hiç değişmeyecek bir ‘yüzde 30’ gibi kemik oya sahiptirler?
Size daha da garip gelecek olan kısmı nasıl oluyor da kendisini ‘İslamcı-muhafazakar’ olarak tanımlayan bir yüzde 30 ile, kendisini ‘Sosyalist-Bolivarcı devrimci’ tanımlayan bir yüzde 30’a benzetmeye cüret ettiğimdir?
Venezuela’da ve Türkiye’deki bu ‘çoğunluk azınlığın’ ortak noktaları, ikisinin de daha önceki zamanlarda kendisini ‘dışlanmış olarak hissetmiş’ olmasıdır. Burada da bir başka şeyi vurgulamadan ilerleyemeyeceğim, Türkiye’de bu kesim politik olarak dışlanmış olmasa bile böyle ‘hissetmiş’tir. Yoksa Türkiye’de muhafazakar kesim, zaten her zaman iktidarın bir parçasıdır ama horlanan, dışlanan iktidar eliti tarafından küçümsenen olmuştur. Bu yüzden ‘Dışlanmış kimlik’ olarak hala yaşatılmaya çalışılan ‘Başörtülü bacım’ söylemi en kullanışlı mağduriyet tanımıdır. Yani Erdoğan, parlak! ekonomik günlerini geride bırakmış, evdeki eşyaların satılmasıyla yaşanılan Lale Devri günleri bitmiş olsa bile, hala bu dışlanmış hisseden kesimin ‘lideri’ olarak iktidardır.
Aynı şekilde Bolivarcı iktidar ve Başkan Maduro, dehşetli ekonomik krizler içinde, her türlü yoğun saldırılar karşısında da olsa, memleket tarihinde çok az zaman insan yerine konulan yoksullar, iktidarı hala kendilerinden bir parça olarak gördükleri için, bu tabanını kaybetmez. İşte bu ‘Bolivarcı-Sosyalist’ kimlik inşası ile yerli filmlerin naif zamanlarına gönderme yaparsak ‘yoksul ama onurlu’ olarak yaşayanların zaferidir bu son seçim sonuçları.
Bu iki ülkenin ortak paydasını göremeyen bir muhalefetin başarılı olma şansı yoktur. Yani matematiksel hesaplar ve mesela döviz kurlarının yükselip düşmesinden ibaret olmuyor hayat…
Yoksa daha önce yapılan, Erdoğan-Chavez benzetmesi sırasında yazdığım gibi, evet bir kuyunun başında duran iki insan olarak benzerler, biri içine atmaya diğeri çekmeye çalışan olarak…