Durduk yerde çatladı, yarısı düşüp parçalandı. Bir kadeh kırıldı, binlerce ışık belirdi içinden. Kaybolmuş, yitirilmiş şeyler, kökleri soğukta, aydınlattığı her şeyde. “Kim suçlayabilir beni, birden ölümü düşünürsem!” Yüzyılların sönmüş kalıntılarında inleyen bir ses. Diplerden, görünmez derinliklerden. Sahi neyle suçlanabilir, biçimlenmiş ışığa kesilip bunca iyi dinlenmişse tutkunun böylesi? Kadehin geri kalanında parlayan ipince bir kan. Geçtiği yerde, sanki “olduğu şey olmayan hiçbir şey” gizlenmezmiş gibi. Havada uçuşan bölüp pörçük ışıltılı söz öbekleri. Bir gece önce hiç kimse uyuyamıyordu, ertesi sabah ise hiç kimse uyanmak istemiyordu. Çatlayıp kırıldı, ama renk vermedi kristal, üstünde yakut ışıklarla yüzen kan onca zehirliyken bile. Kararmadığına göre kristali sahte öyleye, yoğunluğuna istekli kan bildirildiği kadar zehirleyse gerçekten.
Tüyler ürpertici hikâyelerden birinin son cümlesi: “Ellerim kırılıp kararmış bir kadehe değdi ve gerçek olanca dehşetiyle birdenbire kafama dank etti.” Ruhun derinliklerinde ilkel içgüdülerin tümünü apansız ayaklandıran, “kırılmış, kararmış kadehin” bıraktığı zehir ve ölüm gibi ürkütücü çağrışımlardan farklı, ondan çok daha güçlü bir sesin yankısı: “Saf olan, ölümsüzdür!” Anlatıcının tasarladığı bu korkunç soğuk ve karanlık final, yalnızca bir güzellik duygusu uyandırabilirdi. Ölümle dolup taşan bitirici cümle sarsıcı bir vurgu, kötü olanı ve lekeleyen her şeyi öteleyen kristalin eşsizliğine yapılan, ebediyen sağ kalmaya yazgılı görkemli bir övgü. Yaslandığı çok eski bir inanış. Çünkü öyle mükemmel, Venedik Kristali öyle yüksek kaliteliymiş ki, zehir değecek olursa çatlayacağına inanılırmış o vakitler. Yetkinliğin kusur kaldırmaz, saflığın lekeyi soğurmaz, iyiliğin kötülüğü taşımaz hali. Dehşetin kendine ait kıldığı zihinlere, böyle kusursuz bir anlamla kazındı, saf olanın o erişilmez gücü.
Gözümüzü alamadığımız bir şey olmalı öyleyse. İçtenliğin yanıltmayan bir pürüzsüz biçimi. Yetkinliğin, saydamlığın ve iyiliğin, kusur, leke ve kötülük barındırmaz hali. Bakarken zihnimizin durulduğu, ruhumuzun arındığı, varlığımızın yüceldiği bir yalın oluşum. Gömülü olduğu bir kaya çatlağı içinde görünse de parıltılı oluşumları hayran bırakmalı, bataklıklarda belirse de göz alıcı düzenliliği, yalın güzelliği nefes kesmeli. Baskı altında değerinden yitirmeyen heyecan verici kendiliğindenliği baştan çıkarmalı. Varlığı, cansız biçimlerinde bile kusursuz bir yetkinliğe erişerek bir çeşit manevi nitelik kazandığı inancı vermeli. Özü biçimi oluncaya, biçimi özü halini alıncaya işlenmiş, göründüğüne “doğanın veya tanrının mucizesi, kusursuz sanatının eşsiz şaheseri” dedirtmeli. Başka türlü kimsenin kimseye inanacağı yok, bunun için bir sebebi de.
İlk saf biçimlerin belirmesi için, son bozulmuş ruhların, yapıların ve biçimlerin de göçüp gitmesi gerek. Yalanın parıltısı ve sahte olanın yaydığı bulanık ışık haleleri kararıp sönmeli. Tabiatın hükmü ve içinde kusursuz bir yetkinlik özlemi taşıyan varlığın iç düzeni bunu söyler. En sona gelindiğinde en başa dönülecektir çünkü. Köklerinden kopmuş her şey çürüyüp gidecektir önce. Dalından düşen yaprak nasıl buruştuysa, özünü terk eden biçimler de birbiri ardına kuruyup ölecek. Düşünürlerin matematikte, sanatçıların müzikte, inananların kristalde bulduğu, ilkini bilimlerin, ikincisini sanatın, sonuncusunu maddenin en yetkini haline getiren o iç gücün, biçimini özüyle aynı kılan o saf güzelliğin yeniden ortaya çıkışı ancak o zaman.
İmkanlar belirdiğinde geri çekilen, imkansızlıklarda öne atılan çıkarsız yapıların o ilk kristalize deneyimiyle özdeş. Zehir değdiğinde çatlayıp kararır, güzelliğini söndürür, ölümünü göze alıp varlığını sonlandırır da kötülükle yaşamış olarak anılmayı yakıştırmaz. İlklerin o soylu yaşam yönelimi, Venedik kristali yalınlığında. Belirli biçimler, kimi deneyimler bir kez yerleşti mi, kalıcı bir nitelik kazınır. Başlangıçtaki büyüsel anlam büyük ölçüde unutulsa bile kuşaklar boyu hep aynı hayranlığı uyandırır.
Unutulmuş olanı bir kadın hatırlatıyor, seksen yedinci gününde, üstünde kanınızın aktığı dağılmış kristallerin berrak güzelliği içinizi içinizden göçertirken.