Osmanlı’dan sonra kurulan yüzyıllık Türkiye’nin gücü nedir? Stratejisi, geleceği ve uygarlık seviyesi itibariyle pozisyonu nasıl görülüyor? Toplum devlet ilişkisi, toplum bilinci ve devlet kurgusu ne düzeydedir? Ve bu devletin gücünü test etmek mümkün mü?
Kurgu ile gerçekleştirilen darbeden sonra devlet, aynen yüzyıl önceki gibi, kendini yeniden reorganize etti. Yek vücud olup sınır içinde ve dışında savunmadan çıkıp atak pozisyonuna geçti. Kemalistler, muhafazakar İslamcılar, milliyetçiler güç birliğine gitti. İktidarı ve muhalefetiyle toplumu da hazırlayıp ırkçılıkla donattılar.
Ekonomik, siyasal, sosyal krizlerin hepsini bastırdılar. Provokasyonlarla karşı düşmanlar oluştururken, propaganda ve hamasi söylemlerle de safları ırkçı milliyetçi emellerle beslediler.
Eş zamanlı olarak operasyonlara geçtiler. Kürt kentlerine tanklar ve toplarla saldırı başlattılar, ardından yerel yönetimleri gasp ettiler. Kürt siyasetçilerini, STK temsilcilerini o gün bügündür aralıksız tutukluyorlar. Aynı şekilde batı bölgelerinde sendikaları, STK yönetici ve üyelerini, Îslamcısından solcusuna, liberaline değin bir dizi tutuklamalara gittiler, sürgünlere sebep oldular.
Akabinde Antep’te bir Kürt düğününde onlarca sivil insanın ölümüne yol açacak katliamı gerekçe yapıp Suriye’ye girdiler. Böylece belki ilk kez bu kadar açık biçimde saldırı girişiminde bulundular. Bab-Cerablus ardından Afrin, devamında Serêkaniyê ve Girê Spî işgaliyle toprak ele geçirme hevesini açıkça gösterdiler. Sonra Akdeniz’in fethi ve Libya’ya akın etme hayallerinin peşinden gidildi. Kürdistan’da ilk elde Xakurke, devamında Heftanin’de kalıcı olacak biçiminde saldırı girişiminde bulundular. Kerkük’te paramiliter güçleri organize ederek müdahil olma, Başika’da Sunni Arapları eğiterek Şengal ve Musul’u da çevreleme ve denetim alanına almaya çalışıyorlar. Askeri güç yanı sıra istihbarat eliyle ajanlaştırma, entrika, bağlı örgütler oluşturup güç olma derdindeler.
Nihayetinde şimdi Karabağ’dalar. Kudüs, Kerkük ardından Karabağ’da da kronik kriz yaratmak için birçok güçle birlikte fitili yaktılar. Bu kentlerde dinsel, etnik, politik krizler hiçbir zaman çözüme kavuşmaz. Stratejik pozisyonları, zengin doğal kaynaklara yakınlıkları, etnik ve kültürel çoğulculuk birçok gücün müdahalesine, komplo ve entrikasına zemin olur. Kriz derinleştikçe müdahil ülkeler, çevre ülke ve bölgeler ister istemez etkilenir, krizden kaynaklı istikrarsızlık, bağımlılık, çatışma ve çözümsüzlükle baş başa kalır.
Erdoğan, Akar, Fidan, Bahçeli, Başbuğ, Soylu’dan oluşan koalisyona Çiller, Ağar, Alan, Çakıcı gibi 90’ların karanlık döneminin sorumluları da açıktan destek veriyor. Halkı da belli ölçülerde etkilerine almış durumdalar.
Peki ne yaptılar?
Birkaç cephede birlikte çatışma yürüttüler, istihbarat veya taktiklerle kaos ve krizler çıkarıp farklı ülkeleri karşı karşıya getirdiler, sorunlara ortak ettiler; ABD-Rusya gibi büyük güçler arasındaki çatlaklardan yararlanmak için denge ve dengesizlikleri kullanarak çıkar sağlamaya çalıştılar. AB ile demokrasi uyum süreci ve ekonomik işbirliğini bir kenara bırakırken, mültecileri, radikal İslamcıların şiddetini bir araca dönüştürüp Avrupa’ya karşı şantaj, tehdit ve şiddete dönüştürdüler, para talep ettiler, uygulamalarına sessiz kalmalarını istediler. Kısmen başardılar da.
Tekstil, turizm, inşaat ve tarıma dayalı ekonomiye bir miktar montaj ve silah sanayini eklediler. İçeride ve dışarıda çok insan öldürdüler. Çok kaos yarattılar. Çelişkileri ve uzlaşmazlıkları büyüttüler ve bundan da kahramanlık hikayeleri çıkardılar. Peki gerçekten öyle mi?
Süreci bir test olarak kabul edip sonuçlarına baktığımızda TC Osmanlı’dan bir adım öteye gitmiş değil. Hala fetihçi mantıkla hareket ediyor. Hala bir türlü dikiş tutturamayan Türkçülüğü kurmaya çalışıyor ve bunun dışında kalanları asimilasyon, şiddet, sürgün ve katliamla eritme, yok etme ısrarını elden bırakmıyor.
Kapitalist sistemin düsturu olan kalkınma, refah, demokrasi, pazar serbestiyeti, rekabet, sermayenin özgürlüğü konusunda dahil hala anlaşılır bir ilerleyiş yoktur. Ve bu yapı Libya’da diskalifiye edildi. Akdeniz’den adeta kovuldu. Suriye’de tüm saldırı, şantaj ve tehditlerine rağmen gerileme ve çekilme sürecine girdi. Arap dünyasından tecrit edildi. Ambargoya maruz kaldı. İlk kez ele geçirip kalma iddiasıyla oluşturduğu strateji çerçevesinde Xakurke ve Heftanin’de PKK sahasına girdi. Birkaç tepede de güçleri konumlandı. Ama bu adeta bir yenilginin habercisi gibi duruyor. Çünkü 10’larca yıldır büyük özlemini duydukları bazı alanları ele geçirerek, hatta sloganlaştırdıkları gibi Kandil’e bayrak dikseler dahi Özgürlük Hareketi’ni bitiremeyecekleri anlaşıldı. Bir musibet bin nasihattan hayırlıdır misaliyle görüldü ki, tepe ve toprak ele geçirmeyle hareketin ne askeri gücü kırılır, ne politik etkisi, ne de halk ile bağı koparılabilir. Aksine hakeketin daha da yayılması, hatta Türkiye içlerine dahi taşmasına fırsat verecek bir düşünsel, askeri ve politik zemine fırsat vermiştir.
Şimdi Karabağ’da Azerileri kışkırtarak Ermenileri de katlederek yüzyıllık planını tamamlamanın hayalini kuruyor. Oysa Pers uygarlığıyla karşı karşıyadır. Oysa Kudüs, Kerkük gibi Karabağ da bir girdaptır ve uğraşan bütün güçleri yuttuğu, tükettiği gibi Türkiye’yi de çürütme, parçalama, izole etme sürecine sokmuştur.
Gayet net anlaşılıyor ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin durumu Osmanlı’nın bitişinin öncesindeki 10-15 yıla benzemektedir. Farklı coğrafyaların, siyasal düşüncelerin, radikal grupların, sorunlu devletlerin meselelerini de vakumlamış, içine çekmiştir. Örneğin radikal İslamcıların, etnik grupların, mültecilerin, sınırdaş ülkelerin, devrimci demokratik hareketlerin müdahalesine açık hale gelmiştir. Mevcut statüko artık tükeniş sürecindedir.