Ali Sinemilli
Siyaset bilimci E.N. Neumann ‘Kamuoyu’ ya da daha fazla bilinen adıyla ‘Suskunluk Sarmalı’ adlı eserinde, toplumu tahlil ederken dikkat edilmesi gereken önemli bir bilimsel veri sunuyor. Neumann özetle şöyle diyor: Eğer bir kişi fikirlerinin kamuoyunca desteklendiğini düşünüyorsa konuşmaya daha fazla meyillidir. Aksi bir durum söz konusu ise, yani birey fikirlerinin toplum tarafından paylaşılmadığını, azınlıkta olduğunu düşünüyorsa susmaya meyillidir. İletişimcilerin baş yapıt olarak değerlendirdiği bu kitapta Neumann, mevcut durumun oluşmasında kitle iletişim araçlarının belirgin bir rol oynadığını ve iktidarların esasen bu aracı kullanarak toplum üzerinde tahakküm kurduklarını ifade eder.
Bu genel doğru ışığında Türkiye’deki iktidarın durumunu analiz etmekte fayda var. Öncesindeki pratik bir yana, özellikle 2016 yılındaki sözde darbe girişimi ardından iktidarın algı yönetimine özel bir önem verdiğini ve bu yolda ciddi bir mesafe kat ettiğini biliyoruz. Aykırı seslere tahammülün ortadan kalktığı bu dönemde, iktidarın doğrularının toplumun genel doğruları olarak gösterildiği ve öyle lanse edildiği açık. Son bir yıla kadar da AKP-MHP iktidarının bu temelde toplumsal algıya yön verdiğini ve görece başarılı olduğunu söylemek mümkündür. Öyle ki, en az toplumun yarısı, var olan iktidardan rahatsız olup, seçimler vb. yollarla bunu dile getirse de, doğrudan itiraz eden, ses yükselten bir duruş, tutum ortaya çıkmamıştır. İktidarı onaylasın ya da karşı olsun yansıyan görüntü izlenen siyasetin toplum tarafından onaylandığı biçiminde olmuştur. İktidar yanlıları bu desteği açıktan gösterirken, karşıtların da susarak, sessiz kalarak yürütülen bu siyasete alan açtıkları söylenebilir.
Neredeyse kimsenin konuşmadığı, konuşanların da iktidarın doğrularını tekrarladığı bu sürecin sonuna gelindiği görülüyor. AKP-MHP iktidarı, bırakalım artık gündemi belirlemeyi oluşan gündemlere cevap yetiştirmekte dahi zorlanan bir durumdadır. Dikkat edilirse, gündemi iktidar değil muhalefet güçleri belirlemekte, iktidar kanadı ise bunlara yanıtlar vermekle uğraşmaktadır. İktidar cenahı ne yaparsa yapsın eskisi gibi kendi doğrularını topluma kabul ettirememekte, inandırıcı olamamaktadır. Daha düne kadar iktidarın izlediği politikalar karşısında sessiz kalan geniş toplumsal kesimler hep birlikte konuşur hale gelmiş, hemen her yerden iktidar karşıtı sesler yükselmeye başlamıştır. Elbette, sadece, geçmişten beri iktidarın karşısında olanlar değil, dün yanında yer alanların önemli bir kısmı da bugün verili politikalara itiraz etmekte, onaylamadığını dile getirmektedir. Kuşkusuz, bu durum gelişen toplumsal psikolojiden bağımsız değildir. İktidarın uygulamalarından rahatsız olan her birey yanındakinin de rahatsızlığını görmekte, giderek bunun kolektif bir itiraza dönüştüğünü fark etmektedir. Geçmişte yalnız olduğunu düşünerek ses çıkarmayan milyonlar bugün herkesin kendisi gibi düşündüğünü gördükçe daha büyük bir öfke ile tepkisini dile getirmektedir.
Bunca ses, bunca itiraz, bunca hayır, tam da bu iktidar karşıtı toplumsal algının sonucu olarak hayat bulmaktadır. Dikkat edilirse, sağ ya da sol, muhafazakar-liberal tüm toplumsal kesimler, mevcut iktidarın var olan sorunları çözmediğini aksine bu sorunları büyüttüğünü söylemekte ve değişmesi gerektiğini dile getirmektedir. Şüphesiz, bu noktada ilginç olan ve spesifik olarak analiz edilmesi gereken kesimlerden biri de iktidarın kemik tabanı olmaktadır. Hemen her koşulda iktidar ile yürüyen ve destek veren bu toplumsal kesimin dahi faşist yönetimin izlediği siyaseti savunmadığı, savunamadığı görülmektedir. Öyle bir iktidar ki, en güçlü dönemini yaşadığını söylüyor, her gün yeni bir fetih fermanı çıkarıyor fakat buna rağmen halktan görünür bir destek alamıyor. Daha farklı bir ifadeyle alenen bu iktidarı destekleyip, yanında olduğunu söyleyen bulunmuyor. İktidarın yandaşları bile her gün ‘nerede yanlış yaptık, yapıyoruz’ soruları etrafında gidip geliyor, çıkış yolu arıyorlar.
Hani denir ya! Hava döndü diye. Sözün gerçek anlamıyla hava dönmüştür. Bir dönem iktidarı güçlü sanıp sessiz kalanlar bugün iktidarı zayıf görüp ses çıkarmaktadır. Geçen dönemin ‘güçlü’ iktidarına bakıp suskunluğa bürünenler bugün iktidarın zayıflığını görüp bağıra bağıra konuşmaktadırlar.
Peki! Toplumun bu kadar açıktan sözünü söylediği, sesini yükselttiği, iktidar yandaşlarının sessizliğe büründüğü bu dönemde toplumun öncülüğüne soyunan güçlerin performansı yeterli midir? HDP başta olmak üzere mevcut iktidara muhalefet edenlerin mücadele yol ve yöntemleri kâfi midir? Elbette ki, hayır! AKP-MHP yönetiminin bu düzeyde büyük bir teşhiri yaşadığı, kendisini savunamaz hale geldiği, Erdoğan’ın iktidarını sürdürmek için tekrardan Kürdün ayağına gittiği bir dönemde, açık ki, demokratik toplumcu güçlerin temposu, en azından halkın biriken öfkesine denk olmak durumundadır.