Nihayet aklım başıma geldi. Ya da kafama dank etti. Memleketin asıl derdi hakkında düşünen herkes gibi ben de kafa yormaktan neredeyse havlu atıyordum ki, mucize gerçekleşti.
Asıl dert ortaya çıktı.
Neymiş?
Tahmin ettiğiniz şey değil. Yani Tayyip’in şahsı adına üç numara traşlı Rizeli çocuğun kafasına, orta parmağını büküp, sivrilttiği kısmıyla üç kere “tak, tak, tak” diye vurması bence asıl meselemiz değil.
Elbette bir meselemizdir. Sonuçta o traşlı kafacık memleket çocuklarının kafasını temsil etmekte olup, devlet adına “şahsım”ın bu kafacığa daha o kafanın içinde muhalif olma ihtimali belirir belirmez “tak, tak, tak” diye bükülmüş orta parmağının sivri kısmıyla vurması, artık Laz mı yoksa Pontus mu, yoksa Gürcü mü, belki de Türk mü olduğu henüz anlaşılmamış olan çocuğun geleceği bakımından tehlikeli bir işarettir. O nedenle meselemizdir. Ama “asıl” meselemiz değildir.
Neden derseniz, Türk milletinin evlatları doğdukları günden baliğ olana ve evden tüyüp kendi evini kurana kadar kafalarına yedikleri darbelerin dümbelek tarzı ritmiyle uyumuş ve büyümüş oldukları için bu gibi müeyyidelere alışıktırlar. Şmdi seçmene “çocuklarımızın masum kafacıklarını Tayyip’in kıvrılmış orta parmağının sivri kısmından koruyalım” dediğinizde o seçmen size güler. Sonuçta Recep’in yaklaşımı sapına kadar yerli ve millidir. Türk çocuğu kafası kırılmadan akıllanmaz. Kıracaksın: “Tak, tak, tak.”
Laf uzadı. Memleketin asıl derdine bir türlü gelemedim.
Nihayet geçen gün vatanın muhalefetini temsil edenlerle, iktidarını temsil edenler arasında, bütün şanlı tarihimizdeki siyasi kavgalara rahmet okutacak ve gelecek yüzyılımızı etkileyecek olan anlaşmazlığın ne olduğunu öğrendim. Hayır, Kürt sorunu elbette değil, Suriye ve Irak’taki toprak işgalleri de değil, enflasyon, yolsuzluk, hırsızlık filan da değil.
Gerçi bunlar memleketimizin meseleleridir. Rizeli çocuğun kafacığında sivriltilmiş parmak nasıl bir meseleye yol açıyorsa, o parmak şu sayılan bütün meselelere de yol açıyor. Bir ara Nazım, Stalin için “bıyıkları çorbamızdaydı” gibi bir şeyler demişti. Neyzen Tevfik merhum yaşıyor olsaydı “parmağı burnumuzun deliğinde” gibi sansürlediğimiz bir şeyler yazardı.
Böyle olmakla birlikte meseledir ama bu parmak asıl mesele değildir. Ayrışma buradan çıkmaz. Siz Recep’in iç parmağından şikayet edersiniz, Recep dış parmaktan dert yanar. Böylece parmaklar birbirine karışır.
Ülkede muhalefetle iktidarı cephe cepheye getirecek olan ve çözümü de büyük mücadeleler gerektiren asıl mesele geçtiğimiz gün ansızın ortaya çıkıverdi.
Haberi okuyalım: “Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu, Gayrettepe-Kağıthane-Eyüp-İstanbul Havalimanı Metro Hattı Projesi kapsamında Kağıthane metro istasyonunda incelemelerde bulundu. Karaismailoğlu, buradaki programın ardından sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla İstanbul’daki yeni metro simgesinin ‘U’ olduğunu açıkladı.”
Ve ortalık karıştı. İBB Sözcüsü Murat Ongun, “Sayın Bakan; İstanbul’daki metronun simgesi, 1992’den beri ‘M’dir. Siz İBB’de görevdeyken de öyleydi; İstanbul’da en çok metro yapılan bu dönemde de ‘M’ olarak kalacak” diye muhalefet bayrağını yükseltti.
AKP metro simgesinin “U” olmasını istiyor. CHP ise “M” olmasında ısrar ediyor.
“U” mu, yoksa “M”u mu?
Ne oluyoruz?
AKP Almanca olsun, CHP ise Fransızca olsun diyor.
Neden Amerikancasını savunan yok? Çünkü bildiğim kadarıyla New York metrolarının herhangi bir simgesi yok. Nerenin Station’u ise o tabelada yazılıyor. Yani metro konusunda Amerikancılık zor.
Lakin Türkiye’nin ilk metrosunun simgesi ne “U” idi, ne de “M”u…
Neydi? “T”.
Yani Tünel. Dünyanın ilk metrosu Londra metrosuydu, Tünel dünyanın ikincisi. 1875 yılında yapıldı. Galata ile Karaköy’ü yeraltından birleştirdi.
Ben Osmanlıcı olsam, “ne U, ne M’u, T’u” derdim.
Quto “Veysi abe, T demek için Osmanlıcı olmak gerekmiy, devrimciler de T demeyi düşüniy…”
Sonra anlattı: Meğer birçok hapisanede tutsaklar neredeyse dünyanın ikinci metrosu olan Tünel’in uzunluğu kadar “tünel” kazmışlar ve birçoğu bu tünellerden firar etmiş. Quto başladı saymaya; Diyarbakır’da 74 m., Metris’te 60 m. Nevşehir’de 35 m., Çankırı’da 40 m, İskenderun’da 54 m., Bingöl’de 70 m. vs.
Türk devleti, Osmanlı’da 1875’te yapılan ilk metro olan Tünel’e, ancak 1989 yılında ilk eklemeyi yapabilmiş. Elbette modern makinalarla. Oysa Quto’nun anlattığına göre, zindanlarda açılan tüneller bildiğimiz çivi, demir parçası, hatta tırnak çakısı gibi araçlarla açılmış.
Bu durumda diyor Quto, biz “ne U’cu, ne de M’ucu oluruz, biz T’ucuyuz”…
Aklıma yatmadı dersem, ayıp etmiş olurum.
…