Siyaset dünyasını sarmalayan sağ popülist istila, beraberinde bir vasatlık hali de yaratarak ilerlemektedir. Trump ile Biden arasında gerçekleşen ve hala belirsizlik halinin koruyan ABD seçimleri, sonuçları itibariyle “halk iradesi”, “seçimler” ve “demokrasi” konularında dünya siyasetinin gittiği karanlık noktayı göstermesi açısından dikkate değer. Trump’ın seçim sonuçlarını kabul etmeyerek, ülkede bir kaos yaratma çabası, ABD kurumlarında görevden alma, istifa etme şeklinde kurumsal bir boşluk üretmeye devam ediyor. Ocak 2021 yılına kadar sürmesi beklenen bu belirsizlik hali, bu boşluktan yararlanmaya çalışan güçlerin iştahlarını kabartmaya ve bu vasatlık halinin devamlılığını sağlamayı sürdürüyor.
Vasatlar dansında sonun başlangıcı olarak devam eden Amerika seçimlerini izlerken insan, Sezar’ın Galyalı kavimlere karşı bizzat hazırladığı ve sürdürdüğü savaşın tekrardan ısındığını hissediyor. Dünyada “Çağın yeni Sezar’ı” olarak kutlanan Biden’in seçimleri kazanması sadece tarihin trajikomik figürlerinden biri olan vasatların baş gurusu Trump’a (Obelix) kaybettirmedi, onunla beraber geniş bir vasatlar klanı da kaybetti. Bütün belirsizliklerine ve tartışmalarına rağmen Biden’ın zaferiyle sonuçlanan ABD seçimleri, 2014 öncesi ABD’nin küreselci doktrinini esas alan Obama Doktrini’nin yeniden uygulama zemini bulması, gelecek dönemin kodlarını göstermesi açısından önemlidir.
ABD seçimleri, yerelciler-küreselciler, muhafazakârlar-sekülerler arasında bir atmosferde gerçekleşti. Sağ-popülist bir figür olan Trump’ın yenilgisi bu anlamıyla dünyada etkisini önemli oranda hissettirecek bir gelişmedir. Ayrıca kaybedenler çemberinin Biden’la beraber daha da genişleme ihtimali bulunmaktadır. Oluşan yeni dengeler bir bütün olarak metastaz etkisi yaratarak dünya siyasetini etkileyeceğe benziyor. İran’dan AB ve NATO’ya, Rusya’dan Çin ve Atlantik’e kadar birçok siyasi gelişme ABD’nin yeni küresel konsepti içinde şekillenecek gibi görünmektedir. Bunun sonucunda hem Rusya’nın hem de Çin’in küresel oyuncu rollerine kısmi bir kısıtlama gelme ihtimali de bir hayli yüksektir. Kapitalist Batı’nın tescilli CEO’su pozisyonunda olan ABD’nin başına geçen Biden’ın, eski günleri aratmayacak bir küreselleşme mottolu politika izlemesi de kuvvetle muhtemeldir. Dolayısıyla Biden’in kazanmasıyla ABD, Trump’ın kişisel ajandası ve vasatlığından kaynaklanan bütün küresel dezavantajlarını bir bir kapatacak ve yeniden hegemonyacı politik bir aks kuracaktır.
Böylece çivisi çıkmış ahmaklığın tüm faturasını Trump’a yıkacak ve Rusya başta olmak üzere Çin ve Kuzey Kore’ye karşı nizamlı yeni bir Soğuk Savaşı propagandası sistematiğini oluşturacaktır. “Soğuk Savaş” döneminin sınırlarına kadar genişleyecek yeniden küreselci bir retorikle sahneye inecektir. Ortaya çıkması muhtemel bütün bu gerginliklerin maliyetinin ise Trump’ın vasatlık defterine yazılacağı görünmektedir.
Batı, 1950’lerden beri aynı saiklerle, tarihin en büyük yanılsama sanatı olan propagandayla dünya sahnesini işgal etmiş ve “özgür dünya” şiarıyla insanlığın büyük bir kısmını manipüle ederek iki kutuplu bir dünya yaratmıştır. Tarihsel bir olgu olarak insanların hafızasında yer eden Soğuk Savaş’ın o gergin sinirleri eskisi kadar olmasa da tekrardan gerilecek gibi görünmektedir. Her ne kadar küresel ısınma ve silahsızlanma antlaşmaların yeniden müzakere edileceği ihtimali hissedilse de iki kutuplu eski günlerin geriliminin artacağı işareti de oluşmaktadır. Yumuşak güç üzerinden inşa edilecek bu yeni süreç eski retoriğin modernize edilmiş haliyle sahaya inecektir. Çünkü doğası gereği bir nevi abartma ve saçmalama “sanatı” olan propagandayı ve onun spesifik tezahürlerini her an ciddiye almaya hazır bekleyen bir vasatlar güruhu türedi ve dünyayı bugünkü haline sürüklediler. Her şeyi kendisinden başlatan bu vasatlar, Soğuk Savaş döneminden itibaren yeni bir trend gibi her geçen gün çoğalarak dünyanın dört bir yanına yayıldılar. Yanılsama ve algı bombardımanlarıyla yaratılan bu atipik insan türü duyduğu, bildiği veya bilmediği tüm şeyleri kendi dünya algısına göre kurgulayıp, her şeye dolambaçsız ve sığ bakan bir hayatı insanlığa dayattı. Adeta yeni bir istilacı akım gibi hızla çoğalan kendisinden makul bu insan tipinin dünyayı görme ve yorumlama biçimi çağımızda da yeni bir ruh hastalığı gibi asabileşerek yayılıyor. Çağımızın başına musallat olmuş bu hastalığın temel semptomlarının ise mutasyona uğramış aklın vasatlık hali ve onun bulaşıcı aktarımı olduğunu akıl dışı icraatlardan da görüyoruz. Küresel bir veba gibi yayılan bu ruhsuzluk durumu, telafisi mümkün olmayan bedeller ödetiyor insanlığa. Dünya dışı bir mikrop gibi hızla yayılan dünyanın bu vasatlık hali ne yazık ki ne coğrafi sınır ne de tarihsel olarak gelişmiş insanlığın medeniyet imtiyazlarını tanıyor. İçindeki öfkenin yıkıcılığı, vasatlığın enerjisi ve sığlığın yere yakınlığı iki metre öteyi göremeyecek bir körleşmeye evriliyor. Bu veba hali her geçen gün daha da yayılarak büyüyor vasatların hükümdarlığının riyakârlığında.
Bütün insanlığı nefessiz bırakan bu derin cehalet uçurumu her geçen gün bütün değerleri daha da fazla yutan bir girdaba dönüşüyor. Üstelik bu girdabın bir bütün olarak dünyayı içine çekme, yutma ve kendisine benzetme ihtimali var. İçine düşenlerin niceliksel olarak çoğaldığı yeni bir tekinsiz dünya yaratıyor tarihin ağır çekiminde. İçinde yaşadığı tarihsel sürecin yıkıcı mimarları olmalarına rağmen, çağın “olağanüstü sihrini” zaman ve mekânın üzerindeki etkisini anlata anlata bitiremeyen ve evvelki zamanların bütün hikâyelerine vakıf olduklarını iddia eden çağımızın meczupları giderek yeni yıkıcı icatlarla bütün insanlığın geleceğini ölümcül bir zannın altında bırakıyorlar.
Tarihin şahitlik ettiği bütün değerleri kendileriyle başlatan çağın imtiyazlı vasatları ellerindeki erkin sopasını kullanarak insanlığın kurucu kodlarını bireysel ajandalarına kurban ederek cüsselerini daha da büyütüyorlar. Yarattıkları en büyük yıkımlardan biriyse yanılsama yoluyla toplumlara kendi algı biçimlerini dayatarak kutuplaştırmalarıdır. Bugün dünyanın birçok yerinde sağ popülist, ırkçı ve faşizan akımların yükselişe geçmelerinin esas sebebinin de bu olduğu asla unutulmamalıdır.
Dünkü Trump Amerikası’nda olduğu gibi bugünkü Putin Rusyası’nda veya Erdoğan Türkiyesi’nde olanlar da tam da budur. Hepsinin pratik özelliği hem normal doğalarından uzaklaşmış olmaları hem de gerçeklik olgusunu unutmuş olmalarıdır. Her şeyi kendileriyle başlatan bu vasatların geldiği son durak tamamıyla adressiz bir ara duraktır ve ötesi meçhuldür. O durakta her şeyin sıradanlaşmış bir yanılsama resmini göstermektedir. O resme bakarken, yani vasatların algı dünyalarıyla uğraşırken, özellikle “değerler odaklı” her şeye ne denli hoyratça saldırdıklarını görüyoruz. O resmi anımsayarak vasatların çağ dışı danslarına karşı duramazsak zihnimizde taşıdığımız dünyanın yeni hikâyesini asla yazamayız. Malcolm X’ın siyahi uyanış zamanında dediği gibi “bu bir devrim olmayabilir, çünkü devrim sistemi değiştirir, yok eder ve onu daha iyisiyle değiştirir” ama yine de çağın bu tekinsizliğine karşı önemli bir adımdır.