Küresel bir veba misali her geçen gün ışık hızıyla yayılan vasatlaşma virüsü, en çok siyaset dünyasını etkisi altına almış durumdadır. Söz konusu etkinin en belirgin olduğu alan ise dünya siyasi liderlerinin entelektüel donanımlarıdır. Beşeri bilimlerin kaidelerine göre bakıldığında özellikle yönetici kadronun zihinsel donanımlarının, ortalamanın altında olduğu görülmektedir. Görünen başka bir özellik ise, bir önceki çağın siyasi aktörleriyle kıyaslama yapıldığında düşünsel donanımın ne denli düşüşe geçtiği hakikatidir. Bugün dünya hiç olmadığı kadar bu vaka ve onun sonuçlarıyla karşı karşıya kalmış durumdadır. Bu sadece toplumsal ve iktisadi açıdan değil, aynı zamanda ahlak, etik ve adalet açısından da şok edici bir sona doğru gidiştir.
Birçoklarının yaptığı tehditkâr balkon konuşmalarının, yönettikleri devletlerin küresel etkilerinden kaynaklı olduğunu gayet iyi biliyoruz. Dolayısıyla dünyaya meydan okurcasına savundukları tehditlerin ne denli yıkımlara yol açtığını kavrayacak zihinsel kapasiteye sahip olmadıkları söylenemez. Hepsinin ortak temel özelliklerinden biri, bunu biliyor olmalarıdır. Yönelme eğilimleri sadece aşırı ulusçuluk, dini radikalleşme, ötekine tahammülsüzlük değil; tamamına bakıldığında görünen temel ortak nokta küresel ölçekte faşizan yönetim biçimlerine geri dönüş meselesidir. Onun için vasatlık zihinsel bağlamda ortalamanın kıyısında olmanın yanı sıra, ahlaki olarak, anlama ve davranma melekesini yitirmiş bir akıldışılık vakasıdır..
Lakin ahlaki davranış veya etik değer işleyişi fıtratı icabı anlama melekesine sahip olan insanlar tarafından sergilenir ve sadece düşünce bağlamında mefhumu olan bir sorumluluk doğurur. Ancak, ortalama bir zihinsel kapasiteye sahip olan bir vasatın bunu yapma olanağı oldukça düşüktür. Çünkü hem ahlaki buyruk hem de etik kodlar, düşünme yoluyla metafizik temeller üzerine inşa edilen olgulardır. Bukowski’nin çağımızı da kapsayan çok yerinde bulduğum bir belirlemesi vardır, vasatlığa dair; “…bu dünyanın temel problemi, zeki insanların kendilerinden şüphe duydukları kadar, vasatların bir o kadar özgüvenle dolu olmalarıdır” der. Bu belirlemenin bugün bile geçerli olduğunu, görünürdeki aktörlerin entelektüel kapasiteleri kanıtlar niteliktedir.
Dolayısıyla vasatlığın bu denli övgüye mazhar olması, güce düşkünlük, şiddete ve kötülüğe meyyal politika yapma yolu bunun bir ifadesidir aynı zamanda. Bugünün dünyasına baktığımızda birçok siyasi aktörün vasatlık hâli, ahlaki bir ilke olarak ekseriyete sirayet etmiş ve hatta üzerinde gizli bir toplumsal konsensüs sağlanmış ve bu haliyle “yaşamsal bir hastalık” haline gelmiştir. Birkaçı dışında, bütünün karakteristik benzeşmeleri korkutucu derecede yakındır. Kültür ve coğrafya farklılıklarına rağmen bu paradoksal benzeşmenin genel kültür, yaratım kabiliyeti ve entelektüel kapasite açısından oldukça fazla ortak noktaları vardır. Bu benzerlik sadece ideolojik bakış açıları, antidemokratik olmaları veya totaliter oluşlarıyla sınırlı değildir, aynı zamanda ahlaki, etik, adalet ve vicdani olarak da şok edici bir aynılaşmadır.
Görmezden gelinmeyecek kadar önemli olan bu aynılaşma özellikle siyaset yapma hallerinde kendini göstermektedir. Bugün dünyada siyasetin ırkçı ve faşist biçimlerinin geri dönüşüne tanıklık etmemizin temeli, söz konusu vasatlık olgusudur. Dolayısıyla tarihte olduğu gibi bugün de vasatların şaha kalkması hem ahlaki hem de etik bağlamda kültürel çöküşe kapı aralamak demektir. Bütün evreni yıkımın eşiğine sürükleyen bir önceki çağın vasat liderlerinin o yıkıcı mirasları üzerinde inşa edilen bir çağda bulunduğumuzu kavramak zorundayız. Özellikle kendilerini tekrardan inşa etme gayretleri ve başvurdukları yönetsel metotların, tarihin o karanlık dilimiyle çok benzer özellikler taşıdığını görmek zor değil artık.
Tarihte olduğu gibi bugün de vasatların kendilerine göre oluşturdukları değer merkezleri olduğunu görüyoruz. Oysa her ahlaki değer ve davranış biçimi zihinsel bir temele dayanmak zorundadır. Dolayısıyla mevcut düzen, kamusal alan üzerinden bütün topluma kesintisiz bir korku kültürü yayarak, medya ve siyaset üzerinden vasatlığı bir yaşam biçimine dönüştürür. Modern dünyanın yönetim tasviri olarak sunulan bu şema, ontolojik herhangi bir gerçeklik yansıtmamasına rağmen toplumsal alanda “normatif” bir değer görünümüne bürünür. Böylece muktedir vasatın sahip olduğu zihinsel yapıyla itaatkâr kitle arasında düşünsel düzlemde tam örtüşme gerçekleşir.
Öncelikle aile kurumu başta olmak üzere, toplumun çoğunluğunun mutabık olduğu vasatlık hali, kendilerine ait değerlerin meşkûk bir tehdit altında olduğu algısıdır. Bu algı mekanizmasının sürekli devrede olabilmesi için, toplumsal gelişimi ortalamanın altında olan örgütlü ve öfkeli bir kitlenin varlığı kafidir. Bugün tanıklık ettiğimiz dünyanın ağır halleri tam da budur.