Türkiye’de son yıllarda, “bize her gün 8 Mart” dediğimiz koşullarda yaşıyoruz. Kadınlar için neredeyse yılın her günü bir önemli gündem var, bir önemli mücadele var. Bu noktada ilginç bir kaynaşma da var: Bir yandan çok derdimiz var, öte yandan bu dertlerin hiçbirine karşı geri durmayan bir mücadele azmi ile derman arayışı. Hem canlı, hem sabırlı, hem aklını kullanarak hem yaşadığı yere karışıp tüm sorunlara sahip çıkarak yürüyor kadınlar. Türkiye’de kadın hareketi, dünyanın birçok ülkesinde de benzerlik içinde her gün canlı bir mücadele yürütüyor, her gün 8 Mart.
Ama hiç kuşkusuz 8 Mart; dünyanın bütün kadınlarını yekpare bir bütün haline getiren yılın en önemli günü. Bizde şiddet en ağır meselemiz olduğu için 25 Kasım Şiddetle Mücadele Günü de bir o kadar önem kazansa da, Dünya Kadınlar Günümüz bir başka… Bu yüzden de çok uğraşıyor, çok emek veriyor, yılın biriktirdiği tüm konuları, ihtiyacımız olan her şeyi söylemek, en büyük kuvvetimizle söylemek istiyoruz o gün.
Bu sene seçim gündemi ve onunla iç içe yürüyen ekonomik kriz koşullarında, güçlü eylemler için her yıl olduğundan daha çok uğraşmamız da gerekiyor. Erkeklerin hayatında, böylesi uğraşmalarını gerektiren ayrı bir güne hiç ihtiyaç olmaması bile yaşadığımız eşitsizliğin bir sembolü bir bakıma. İşte biz 8 Mart’ları bu gerçeği de açığa çıkaran önemli mücadele günümüz olarak sahipleniyoruz. Eşit ve özgür bir dünyaya kavuştuğumuzda belki sembolik de kalabileceği gelecek güzel günlere de böyle mücadeleyle ulaşacağız.
Neden bu kadar ontolojik 8 Mart konuşuyorum? Çünkü biz yılın bir tek günü en güçlü halimizle varız ve bu bu bu sorunlarımız var” demeye çalışırken, bugün kadınlar için “Biz Yokuz” diye bir etiket gündeme geldi. Son yıllarda adet olduğu üzere firmalar, kadınlar günü için mesajlar veren işler yapıyorlar. Örneğin, Filli Boya’nın yaptıkları gibi bir kısmı iyi de oluyor. Elidor da belki iyi niyetle retorik yapmaya çalışarak bize “saçı uzun aklı kısa denilen bir dünyayı” protesto eden “Biz Yokuz” reklamı yapmış, sağolsun. Ama işte firmalar bazen de tutturamıyorlar.
Her işin liyakat, yetenek, hakkediş değil, torpile göre döndüğü günümüzde, herhalde reklam metin yazarları da öyle işe alınıyor ki, bu derece tutturamadı. Reklam haliyle tepki aldı. Kadınların her gün görünmez kılınmasına karşı mücadele ederken, reklam bir retorik yapmaya çalışsa da tepkiler haklı. Bize “sen yoksun, sadece aile var” denildiği, o ailelerin içinde kadınların öldürüldüğü, çocukların istismar edildiği bir ortamdayız.
Cinayet diyorum, çocuk diyorum, istismar diyorum. Çünkü feminizm sadece o reklamdaki gibi, animasyona benzer bir şey değil. Öldürülen kadınlar, öldürülüp öldürülmediklerinden emin olamadığımız, kimin öldürdüğünü aradığımız kadınlar var. Evet, kimse duymak istemese de, bu kadar çok “ölüm”, “cinayet” sözcüğünü kullanmam gereken bir gerçek var bu memlekette. Ama şimdi bir moda var; insanlar “acılı” konuları duymak istemiyormuş. Hem acı duymak, kötü haber istemeyeceksiniz, hem de adını “Öldür Beni Sevgilim” koyduğunuz rezil filmler yapıp utanmadan gülümseyen yüzlerle afiş yapacaksınız.
Bu nasıl bir dünya? Bence açık gerçek şu; Türkiye’de kadınlar ve toplum, seyretmesi için sunulan işleri yapanlardan ve ülkeyi yönetenlerden çok daha ileride. Bunu kadınların gerçeği ortaya koyan mücadelesinden, bu mücadelenin gördüğü destekten, kendisine mikrofon uzatıldığında halkın açık açık dile getirdiklerinden çok net görüyoruz. Ayrıca bütün ters rüzgarlara rağmen, feminizme ve kadın mücadelesine olan ilgiden, silmeye çalıştıkları “toplumsal cinsiyet” eğilimlerinin ileriye doğru değişmesinden, en son bugün açıklanan evlenme oranlarındaki azalma, boşanma oranlarındaki artıştan da görebiliyoruz.
İnsanlar, her gün siyasetiyle, programlarıyla, dizileriyle… her gün boca edilen “evlilik” rejimini reddedebiliyorlar. Toplum değişiyor, bunu göremeyenler gerçekle bağı kopmuş biçimde saçmalıyor. Ve biz, her gün öldürülüyor, yarıya yakınımız işsiz durumda ve diğer tüm alanlarda ise olmayan eşitliğimizin bile kaldırılmaya çalışıldığı bir noktada bırakılmış ama karşımızdakilerden de bu kadar ileri bir durumdaysak arkadaşlar, çok özgüvenli olmalıyız demektir bu. Evet, bu sorunlar var ama şu da var: Karşımızda kimse duramaz bizim. 8 Mart’a bu özgüven ile yürümeliyiz. Değil “Biz yokuz”, biz karşımızda kimsenin durmayacağı biçimde varız.