Olduğundan fazla görünmeye, yaptığından fazla övülmeye başlandığında sıkıntı büyüyor. Bir mizacın yumuşaklığından, dayanıklılığın ve metanetin olmadık köklerini bulup çıkarmanın bir anlamı yok. Aynı şekilde karakterin sivriliklerini de mitlerin folklorik akıntılarına masalsı bir kahramanlık kazığı diye saplamanın tehlikelerini görmek gerek. Akıntının şiddeti her şeyi söküp götürebilir. Esasında, olduğundan fazlasının altında ezilen tek varlıktır; doğada insan dışında olmadığı şey gibi görünmeye, olduğundan fazlasını taşımaya çabalayan başka canlı türü bulunmaz. Dikkat etmeli sonuçta, doğaya alt edilir, doğayı alt ettiğine inan bile. Karaktere denk bir eylem, olduğuyla uyumlu bir yaşam, insana kendini aşmanın imkânlarını verebilir. Gerisi hayal kırıklığı, budalalığa vardırılan bir zekâ gösterisi. Nihayetinde kahraman olmaya yeltenirken gülünç olmak da var kaderde. Ne olduğumuzun ortaya çıkacağı bir an gelecektir. Taşınamayacak dramlara yatkın durmak, incinmenin şiddetini azaltabilir.
Ama hiç de öyle çokbilmiş ağızlara gerek yok, incinecek kadar değerli bir perişanlığı bile taşıyacak hali olmayanlarız. Bolca kanın üstüne az biraz ekmek kırıntısı serpiliyor ve biz mutluluktan çıldırıyoruz. Deliriyoruz, tertemiz deliriyoruz. Senin adına sunuya atlayan ve senin adına doyacak birkaç açgözlü için. Olmadık hayranlıklar, olmadık sevinç gözyaşları. Özgürlük hayali, haysiyet ve aç kalmama hakkına indirgeneli itaat ettiklerimizin hükümsüzlüğünü ilan edecek ne varsa, bizim bu hayattaki varlığımızın geçerli tek hükmünü de iptal etmeye yarıyor. Her zamankinden daha az onurlu, her zamankinden daha açız. Onlardaki ölüm ağırlığı bizi ezen kader ile işbirliği yapıyor ve parçalamayı başardığımız ne varsa yeniden birleşerek daha azimli, daha güçlü bir bütün oluşturuyor. Gizlimiz saklımız yok, gönlü geniş kanaatkârlar, içi tertemiz itaatkârlarız. Bir günahkarın gözlerine bir çocuğun gözlerinin içine baktığımız gibi bakabilir, bir yalancının peşinden, hikmetine hayatı kefil bir azizin peşinden gider gibi delice bir istekle sürüklenebiliriz
. Beyaz ve grinin ardından gelenleriz, kimsenin bakıp da boğulmak istemeyeceği o karanlık bizim rengimiz. Ona uygun olmalı tablodaki izdüşümümüz. Yüzünde bezginlik ve yorgunluk okunan, bir süre sonra kendini taşıyacak gücü de kalmayacak olan, gövdesi yaptığı işle burkulmuş yapayalnız duran kimsesizin kendini bırakmışlığı, güvensiz ve her zaman tehlikeyle baş başa olan Van Gogh’un Orakçı’sı bile değiliz. Toprağın her an onu içine çekebileceği cansız bir cisimden daha eksik, çok daha eksik ve ondan da az olan bir şey. Hummanın, sarsıntının kendisi değil, onun içinde onu duyuran ama asla görünmeyecek olan. Resminde ışığın üstüne çöküp boğmak istediği o nihai tek düşman. Hayır! Siyah, bir renktir; karanlık, başka bir şey. Olduğundan fazla görünenin bizim adımıza taşıdığına bizi inandırırken büründüğü ışıltının dibindeki her şey.
Açıkta kırk gün kırk gecelik cesetlerin oran gözetmeden dağıtıldığı bir tablo karşısına geçip de sanatın yüksek zevklerini bölüşenlerin, “zamanın aşımı değil de yıkımı olan bir ebediyeti ifşa eden” iyi beslenmiş yüzlerin övgüye iştahlı ifadeleriyle topluca göçtüğü derinlik. Kesik başlar, dökülen etler, dağılmış gövdelere bakıp birbirinin sözlerine kastetmedikleri anlamları yükleyen, yabanıl eylemlerine yabancı incelikler süren güleç yüzler… Gri beyaza öykünür, beyaz griyi gözetir, yanmış kan pıhtısındaki karanlık iki beğeniyi, iki eğilimi kendi adına birleştirir. Karşı karşıya, birbirlerine yokluklarını yansıtan iki aynanın arasındaki boşluktan bir halkın öldürülmüş çocuklarının her vakit görmeye geç kalmış oyuk gözleri. İki dünyanın ehli-kehfleri açın hasadını toplayalı, aynı yokluktan süzen onların ihanet mağlubu hep aynı kıyamet bakışları. Onların çıkar gözetmez içtenliğini keşfedeli ve bütün acılarının üzerine oturalı bir devrin tüm kurnazları, düzenbazları, gününü gün etmeye yetkili bütün zirzopları olmamış bir erdemin parıltısı, uydurulmuş bir masalın kahramanı, vücut bulmamış bir güzelliğin övgüsü, yansımamış bir cesaretin ölçüsü. Ve o muhteşem çocuklar! Onlar da Van Gogh’un Orakçı’sının, orağını sapladığı yerden fışkıran ıstırabın ürkütücü karanlık kıvılcımları…