Bugün 23 Ekim 2011’de gerçekleşen Van depreminin yıl dönümü. Gazeteci Adnan Bilen’le geriye döndük ve yaşananları hatırlamaya çalıştık
M. Ender Öndeş
Bundan 10 yıl önce, büyük depremin dördüncü gününde Van’a indiğimde, gazeteci refleksiyle ilk durağım, doğal olarak bütün bilgilerin bulunduğu, bulunması gereken belediye binası olmuştu. Arı kovanı gibi bir kalabalık vardı o gün belediye binasında, Başkan Bekir Kaya dışarıdan gelmiş bir heyetle görüşüyordu sanırım. Sonra görüşme bitti, Başkan odadan çıktı ve onun yorgun yüzünü gördüm. Başkan’ın yüzü, adeta kentin yaşadıklarının resmiydi.
Gerçekten zor günlerdi, daha önce ceset görmüşlüğüm vardı elbette ama özellikle Erciş’teki ceset kokusu unutulur gibi değildi. Kentin üzerine çöken felaket en çok o kokuda kendini açığa vuruyordu. En önemlisi de dördüncü günde bile hâlâ devam eden karışıklık ve çaresizlikti. O günlerde orada olan herkes, devletin belediyeye olan düşmanlığının nelere mal olduğuna, köylere kadar el uzatan tarikatların nasıl beslendiğine bire bir tanık oldu. Halkın acısından oy devşirmek için seçilmiş başkanı bile tutuklayanlar ise her şeye rağmen hayal kırıklığına uğradı. Van, dostunu da düşmanını da hiç unutmadı. Resmi rakamlara göre 23 Ekim ve 9 Kasım 2011 depremlerinde toplam 644 yurttaş hayatını kaybetti, 1.966 yurttaş yaralandı. ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu’nun ölçümlerine göre depremin şiddeti 7.2 idi.
Halkın büyük çaresizliği
O günlerde Başkan Bekir Kaya’nın basın danışmanı olan gazeteci Adnan Bilen’le yeniden geriye döndük ve yaşananları hatırlamaya çalıştık. Deprem anında şehrin dışında bir yerde yapılan düğündeymiş Bilen, “Sarsıntı ile birlikte önünde durduğumuz evin bir bölümü yıkıldı. Bağırışlar, çağırışlar… Gelin ve damadı evden zorlukla çıkardılar ve herkes bir yerlere kaçışmaya başladı” diye anlatıyor: “O an şehir merkezinde neler olup bittiğini kimse bilmiyordu. Hızlıca şehir merkezine geldiğimizde kentin üzerinde kara bir toz bulutu örülüydü. Kent merkezinde insanlar sağa sola kaçışıyor, siren sesleriyle çığlıklar birbirine karışıyordu. İlk ulaştığımız yer Maraş Caddesi’nde bulunan 7 katlı bir binanın enkazıydı. Enkaz üzerine biriken binlerce insan, bir yandan molozları aşağı atıyor, bir yandan elleriyle toprağı eşeliyor ve bir şekilde o enkaz altındaki insanlara ulaşmaya çalışıyorlardı. Saatlerce bu durum böyle sürdü. O an kentin birçok yerinde ‘Ambulans nerede?’, ‘Yardım nerede?’, ‘Devlet nerede?’ çığlıkları duyuluyordu. Sanırım orada en acı verici durum bir insanların akrabalarını kurtarmak için verdiği amansız mücadele ve çaresizlik durumuydu. Ve kent o çaresizliğiyle koca bir mezara dönüştü maalesef.”
Gelen yardımlara el konuyor
Bilen, anlatmaya devam ediyor: “Devlet yeterli ekipmanla müdahale etmeyince ve çok geç kalınca, insanlarda büyük bir öfke patlamasına neden oldu. İnsanların o soğuk günlerde girebileceği ne bir ev, ne bir çadır vardı. Kent inanılmaz bir sahipsizlik yaşıyordu ve yaşanan en karmaşık durum gelen yardımların dağıtımı ve organize edilememesiydi. Halk soğuktan donarken, devlet yardımı engelleyerek, gelen yardımları depolarına alma gibi bir tavrın içerisine girdi. Düşünsenize, halkın belediyenin dağıtması için gönderdiği yardım kamyonları, kentin girişinde durduruluyor, asker ya da polis eşliğinde devletin depolarına taşınıyordu. O zaman haliyle birçok yerde kamyonlar boşaltıldı. Ben bu durumu bir gazeteci olarak aslında hiç yadırgamadım. Yani insanlar ‘Biz burada donarken, açlıktan ölürken yardımları neden depolara götürüp saklıyorlar?’ diye isyan etmekte çok haklıydı. Ancak ülkenin yardımsever gençleri kente geldikten sonradır ki bu durum biraz daha normale döndü. En azından polis ve askere yakalanmadan gelen yardımlar gençlerin emeğiyle insanlara ulaştırıldı. Emin olun ki, bu güzel insanlar bu kente gelmemiş olsalardı çok daha büyük bir kriz ortaya çıkardı.”
Başkan’ın acısı halkın acısı
O günlerde yanında olduğu Başkan Bekir Kaya’yı hatırlıyor Bilen. “Bekir Kaya deyince aklıma halkın yaşadığı o ağır çaresizlikten dolayı aracını bir köşeye çekip sessiz sedasız ağlaması geliyor elbette” diyor ve o günleri anlatıyor: “O kareyi paylaştığım için kendisiyle epey bir tartışmamız oldu. Hatta fotoğrafı silmem ve haberi geri çekmem konusunda da bir sürü telkini oldu ama o kare, sadece Bekir Kaya’nın fotoğrafı değil, bu çaresizlik içerisinde çırpınan bir acısıydı. Düşünsenize insanlar sizden çadır istiyor, gıda istiyor, ekmek istiyor, su istiyor ama sizin yapabileceğiniz hiçbir şey yok. Yardım geliyor ama engelleniyor, koordinasyon toplantısı oluyor çağrılmıyor, devletin hiçbir bürokratı cevap vermiyor, belediyenin kasasında para yok, belediye çalışanları da depremden etkilenmiş. Bir yönetici için bundan daha büyük çaresizlik olabilir mi? Belki çok bilinmez ama Bekir Kaya, aylarca bir otoparkın hangarında uyudu. Sonuçta hepimizin yaşadığı o ağır tahribatı Belediye Başkanı çok daha ağır yaşıyordu.”
Fotoğrafın yarattığı etkiyi de dile getiriyor Bilen: “O foto bir süre sonra öyle bir etki bıraktı ki insanlarda anlatamam. Bir gün mahallede, bir anneye ihtiyacının olup olmadığını sordu Bekir Kaya. O anne, ‘Başkan senin fotoğrafını gördük, kahrolduk. Sen yeter ki üzülme bizim hiçbir talebimiz ve isteğimiz yok’ cevabını vermişti. Tabii daha depremin yaraları sarılmadan Bekir Kaya’yı gözaltına alıp tutukladılar. Yani devlet-iktidar aklı maalesef o ağır süreçte de Belediye Başkanı’nı tutuklayarak Vanlılara ikinci kez bir darbe vurdu.”
Yine gaz ve cop
Deprem sürecinde özellikle Kürt kentlerinden halkın gönderdiği kamyonlar dolusu yardımı soruyorum. Depolara el konulmasını hatırlatıyor Bilen ve işleyişi, “Devletin gelen yardımları bir depoya alınıyor, oradan cemaat ve tarikatlar aracılığıyla birkaç gün içerisinde istedikleri kişilere dağıtıyorlardı. Bunu dağıtırken bile iktidarın propagandasını yapıyorlardı. Haliyle insanlar öfkelerini protesto ederek gösterdiler. Halk, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ı protesto etti. Orada da halkın üzerine gaz sıkıldı, insanlar coplandı. Yani sığınacak bir çadır talep eden halkın payına yine gaz ve cop düştü” diye anlatıyor.
Umduklarını bulamayınca…
İktidarın depremin ilk gününden itibaren Van’ı bir laboratuvar olarak gördüğünü belirten Bilen, oy hesabı yaparken bir yandan da insanların yaşadıklarıyla da dalga geçtiklerini örnekleriyle anlatıyor ve “Halkın yaşadığı o sıkıntılı süreçte bir kentin Belediye Başkanı’nı hiçbir toplantıya çağırmadılar, hiçbir bilgi paylaşmadılar ve üstüne ‘Belediye Başkanı gelen yardımları örgüte gönderiyor’ diye TV’lerde açıklamalar yaptılar. Bununla kendileri için olumlu bir algı yaratacaklarını düşündüler ama ters tepti. İktidar TOKİ yapmakla, çadır vermekle, Belediye Başkanı’nı tutuklamakla Van’da çok yüksek bir oy olacağını düşünüyordu. Ama AKP tarihinin en kötü sonucunu aldı. Hatta seçimden sonra Erdoğan, ‘Biz onlara bu kadar hizmet ettik ama gidip ideolojiden yana oy kullandılar. Bu seçimde sonuçlarına en çok üzüldüğüm yer Van’ demişti. Velhasıl iktidarın, tüm bu hesapları halktan ağır bir şekilde dönmüş oldu. Belki de tüm bu yenilginin intikamı da böylece almış oldular akıllarınca” diyor.
Van’da tehlike sürüyor
Van’ın şu anda da depreme hazır olmadığını söylüyor Bilen, “Deprem zamanında o kadar yolsuzluk ve usulsüzlükler çıktı ki ortaya insan aklının alamayacağı türden. Mesela o dönem yüzlerce yapı ağır hasarlı olduğu halde usulsüzlük yapılarak az hasarlıya çevrildi. Düşünün bir apartmanın bir ve ikinci katlarına ağır hasarlı yapı olarak rapor veriliyor, üçüncü katına sağlam raporu veriliyor. Tüm bu absürtlükler, işte o yandaşı kayırma ve usulsüzlükler sonucu ortaya çıktı. Şimdi böyle bir durumda kent nasıl depreme hazır olsun ki?” diye soruyor.
Son olarak İzmir ve Elazığ depremlerine değiniyor ve “Gerçekten bir dejavu durumu yaşadım. Özellikle İzmir’de belediyeyi hiçbir toplantıya çağırmamaları, yardımların engellenmesi ve gönüllü gruplara izin verilmemesi bana 23 ve 9 Kasım Van depremlerini hatırlattı. Demek yıllar da geçse iktidar bir türlü yanlışından vazgeçmiyor.”
Daha hızlı organize olabilirdik
“Yıllar sonra özeleştirel bakılırsa, neyi eksik yaptı belediye ve demokratik siyaset?” sorusunu ise şöyle yanıtlıyor Bilen: “Elbette çok hatalar, eksiklikler ve özellikle koordinasyonsuzluk yaşandı ama DBP’li belediyeler başta olmak üzere demokratik kitle örgütlerinin ortaya koyduğu çaba çok başarılıydı. Aşevleri, seyyar hastaneler, psikolojik destek alanları, sağlık taramaları, koordinasyon, çadır kentlerin kurulması gibi çok önemli işler yaptılar. Bence ortaya çıkan en büyük eksiklik yardımların koordineli dağıtılmaması ve yaşanan karmaşık durumun uzun bir dönem sürmesiydi. Toplumsal yapıların çok daha organize ve hızlı olmaları gerekiyor bu durumda.”
Çadır bürolarda gazetecilik
Bilen, gazetecilerin çalışma koşullarına dair ise şunları belirtiyor: “Tüm yukarıda sıraladığım ayrımı maalesef gazeteciler için de yaptılar. Mesela valilik gazeteciler için bir çadır kurdu ama biz özgür basın çalışanları o çadırlara alınmadık. Gazeteciliğin en zor zamanları elbette böylesi kriz dönemleridir. Koşulların ağırlığı gazetecilik yapmayı da elbette engelliyor. Neredeyse bir yıl boyunca çadır bürolarda haberlerimizi yapmak gerçekten de zordu. Yine insanların yaşadıkları o travma ve acıyı görünce gazetecide de elbette bir travmatik hal oluşuyor.