Şu günlerde Hasret’in sazı, Kul Himmet’in dizeleri kulağımda çınlıyor. Karayazı’nın karlı, çamurlu sokaklarında, İdîr’in Pasarî’sinde, Amed Newroz Parkı’nda ve benim tam gözlerimin önünde. Seher kapıda ve açılıyor Dehak’ın suratımıza çektiği perde
Fırat Can Arslan
Katliamlar ülkesi Türkiye’nin yakın tarihinde hafızalara ve yüreklere kazınan Madımak Katliamı, 33 aydının, sanatçının çok sevdikleri halkından koparıldığı muazzam bir kötülük örneğiydi. 2 Temmuz 1993…
Bir otelin ve alevlerin içinde “Allahuekber” çığlıkları kulaklarını tırmalayarak katledilirken o güzel insanlar, dışarıda kini ve öfkesiyle yanıp kavrulan kalabalık (o anlara tanıklık eden bir annenin de söylediği gibi “çirkin terlikler, kirli suratlar”), vatanı da milleti de Sakarya’yı da hatta ümmeti kurtarmışçasına alevlerle ısıtıyordu içlerini.
İlk insanların ateş ilhamını güneşin yakıcı sıcaklığı, yıldırımlar, yanardağlar ve orman yangınlarından aldığı ifade ediliyor. Bununla beraber tarih boyunca ateşe dair pek çok de efsane ortaya atıldı. Isınırken, aydınlanırken ya da et pişirirken, insanlar için muazzam ilahi bir güç, kudret. İslam’da ise Allah’ın kudreti. O’nun emriyle kurtuldu Hz. İbrâhim yanmaktan. Cehennemin korkutucu demirbaşı, Kafirler için bir “azap”, Allah’ın ise sopası.
16’ncı yüzyılda yaşadığı tahmin edilen Kul Himmet’in dizeleri, Madımak’ta sakallıların “azabıyla” özgürlük hasreti 22 yaşında sonsuzlaşırken İbrahim’in kaderinden mahrum kalan Hasret Gültekin’in avazında duyuluyor günümüzde: “Vakti seherde açılır perde. Düştüğüm yerde, derman sendedir…”
Vakti henüz seherde dolan Hasret’in sesinden, Himmet’in bu dizesi şu günlerde kulağımda çınlıyor. Belki de günlerdir karşımda harlanarak yanan kor ateşler yüzündendir. Yalnız, bu ateş azaptan beslenmiyor, bu ateş salyaları akarken yüzünde çirkin gülücüklerin yayıldığı sakallıların ellerinden yükselmiyor. Sakallıları Kobanê’de, Heseke’de, Efrîn’de ateşe gönderen kadınların, Cizre bodrumlarına hapsedilenlerin, Çorum’da, Maraş’ta yitirilenlerin, Gül Kitap Evi’nde yırtılanların, Zap’ta ve Metina’da direnenlerin, Türkiye’yi demokratikleştirmeye baş koyanların ve Kürdistan’ın özgürlüğünde can verenlerin anısında, mücadelesinde yükseliyor.
Mart ayının 20’sini 21’ine bağlayan gece, zalim Dehak’a karşı direniş başlıyor gözlerimin önünde. Ve bu gecenin seher vaktinde Hürmüz’ün Ehriman’a karşı iyilik savaşı, milyonlarca Kawa’nın elindeki Gürz-ü Kember’ler, Kér’ler ile kazanılıyor. Sahne önüne kurulan jiletli telleri deviren çocukların isyanı, dolmuşta fistanı kırışmasın diye ayakta bekleyenlerin zerafeti ile buluşuyor, koca bir parkın tam ortasında. Yürek pür yâre haykırıyor: “Bijî serok Apo.”
Kul Himmet’in dizeleri, Hasret’in sazı öyle somutlaşıyor, öyle can buluyor ki bu Newroz Parkı’nda, ya da Karayazı’nın karlı, çamurlu sokaklarında, İdîr’in Pasarî’sinde ve benim tam gözlerimin önünde. Artık vakit geldi. Seher kapıda ve açılıyor Dehak’ın suratımıza çektiği perde. Bir halkın, bir umudun, 5 bin yıllık bir efsanenin ve bir türkünün eşliğinde yıkılıyor zalim Dehak…
Peki ya sonra?
Derman sendedir ey özgürlük!