İşçi sınıfının Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü olan 1 Mayıs’ı geride bıraktık. Ülke çapında on binlerce işçi ve emekçi meydanlara çıkarak taleplerini haykırdı. 1 Mayıs Taksim Meydanı ise yine gündemi belirleyen bir yerde durdu. Bu tartışma başta işçi sınıfının kendisine dayatılan güvencesiz ve ağır çalışma koşullarına, emeğini satarak geçinen emekçilerin içinde bulundukları duruma, emeklilere reva görülen açlık sınırının altında ücrete, kadınların katliamlara ve ataerkil baskıya, gençlerin geleceksizlik kıskacına alınmasına; kısaca işçi ve emekçilerin talep ve istemlerini dile getirmesinin önüne geçti.
Bunun belirleyici nedeni, AKP-MHP faşist iktidarının Taksim Meydanı’nı yasaklamasıdır. İktidar, 1 Mayıs’ta İstanbul’da Olağanüstü Hal ilan etti. İktidarın bu tavrında sadece kitlelerin içinde bulundukları duruma yönelik tepkilerini bastırma hamlesi yoktu. Aynı zamanda emperyalist sermayenin kayyumu olarak atanan Mehmet Şimşek’in Orta Vadeli Program adı altında ekonomik krizin bütün faturasının işçi ve emekçilere ödettirilmesiyle daha da gelişecek tepkilere ön almak amacı taşıyordu. Bu anlamıyla AKP-MHP faşizminin 1 Mayıs’ın anlam ve önemine uygun bir pratik duruş sergilediğini ifade edebiliriz.
Benzer bir pratik, burjuva muhalefet partisi CHP tarafından da sergilendi. CHP, işçi ve emekçilerin tepkisini sadece sandıkta değil sokakta da arkasına alma hamlesi yaptı. Günler öncesinden Genel Başkanı aracılığıyla Meclis kürsüsünden 1 Mayıs Taksim ifadeleri ve Taksim’e yürümek adı altında Saraçhane’de toplanma çağrısı yapması bu amaca hizmet ediyordu.
Bunun nedeni elbette CHP’nin işçi ve emekçi çıkarlarını savunan bir parti olması değildi. Bir burjuva düzen partisi olarak kitlelerin içinde bulundukları duruma yönelik tepkisini kendi arkasında yedekleme ve iktidar dalaşına mal etme siyasetinin ürünüydü. 31 Mart yerel seçimlerinde CHP’yi “birinci parti” yapan kitlelerin bu tepkisiydi. Ki kitlelerin bu tepkisi, 8 Mart, Newroz ve en son Van’da kayyum atama girişimine karşı giderek kitleselleşen ve düzen dışına çıkma eğilimi taşıyan bir yönelime sahipti.
AKP-MHP iktidarının sıkışmışlığı, Erdoğan’ın “siyasetin normalleşmesi” çağrısından da anlaşılabilir. Normal koşullarda Erdoğan’ın asla yapmayacağı açıklamalar ve CHP’yle görüşme hamlesi, saray iktidarının içinde bulunduğu durumu özetlemektedir. AKP-MHP iktidarı, kitle desteğini kaybetmektedir ve kitleler arayış içindedirler. CHP işte bu tepkiyi arkasına yedeklemek istemekte, sandıkta olduğu gibi sokakta da hakim olmak istemektedir. Bu anlamıyla CHP kitlelerin düzene olan tepkisini söndürmek için itfaiye rolü oynamaktadır. Kısaca CHP, plana sadık kalmaktadır!
Uzun süredir CHP’nin arka bahçesi olan DİSK’in bu planda rolü tartışmasızdır. Ya da tersinden DİSK’in CHP’den umut beklemesi, kitlelerin tepkisini CHP’nin arkasına yedeklemesidir. Ancak daha da önemli olan, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyenlerin, Saraçhane çağrısının gerçekte 1 Mayıs Taksim’de kutlamak değil, kitlelerde gelişen tepkinin 1 Mayıs Taksim Alanı’na ulaşmasını engelleme amaçlı bir kumpas olduğunun görülmemesidir. Bu, önemli bir ideolojik soruna ve politik geriliğe işaret etmektedir.
Düzenin kendi kurumlarının bile “hak ihlali” olarak ilan ettiği 1 Mayıs Taksim yasağına karşı Saraçhane’ye çağrısı yapanların asıl amacının Taksim’e yürümek olmadığı, bırakalım Taksim’e yürümeyi Saraçhane için bir planı olmadığı görülmüştür. Bozdoğan Kemeri, işçi sınıfının, kitlelerin yaşam ve çalışma koşullarına yönelik öfke ve tepkisine atılan bir kemer işlevi görmüştür. Dolayısıyla Saraçhane’de malumun ilamını sadece DİSK üzerinden tartışmak eksik olacaktır. Aynı zamanda çeşitli gerekçelerle de olsa bu çağrının ardına takılıp Unkapanı’nda kapana kısılanlar da özeleştirisel bir değerlendirme yapmalıdır.
Kuşkusuz İstanbul 1 Mayıs’ı nedeniyle ortaya çıkan tablo tümden olumsuz değildir. Mao Zedung’un, işçi sınıfının bilimi olan Marksizm’e yaptığı katkılardan biri olan “Çelişki Yasası”nda “bir ikiye bölünür” derken tam da 1 Mayıs Taksim tartışmasında ortaya çıkan tabloyu anlamamıza olanak sağlamaktadır. 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyenler ikiye bölünmüş; bir kısmı fiili meşru eylemleriyle Taksim’i zorlamış, bir kısmı ise Saraçhane’ye gitmiştir.
Her şeyin birden fazla yüzü olduğunu, her şeyin bir akış içinde ve hiçbir şeyin saf ve basit olmadığı gerçeği Saraçhane’de de görülmüş, burada da bir kez daha “bir ikiye bölünmüş”tür. Bir yandan “faaliyetimiz bitmiştir” çağrısında bulunan “Tertip Komitesi”nin tertibi, diğer yanda ise Taksim’e yürüme kararlılığını sergileyenler ortaya çıkmıştır. Bozdoğan Kemeri önünde ilerici ve mücadeleci sendikaların aldığı inisiyatifle sergilenen direniş, önümüzdeki süreçte Taksim’i kazanma mücadelesinin nasıl gerçekleştirilebileceğine işaret etmiştir. Nitekim tam da bu nedenle faşizm, Unkapanı Kapanı’na itiraz eden, Bozdoğan Kemeri’ni reddedenlere yönelik gözaltı ve tutuklama saldırısında bulunmuştur.
Saraçhane Vakası, “Şimşek Programı”yla halk kitlelerinin düzene olan tepkisinin daha da artma öngörüsüne karşı, bu tepkilerin CHP aracılığıyla kapana alınmaya çalışacağının fragmanı olmuştur. 1 Mayıs öncesi ve sonrası resmi kurumların açıklamalarından ve sonrasında tutuklama saldırısına, CHP ve DİSK’in bu plandaki rolüne kadar bir Vaka-i Hayriye işlevi görmüştür.
Kitle hareketi Saraçhane’de ortaya çıkan tablo aynı zamanda işçi ve emekçilere burjuva düzen partilerinin ve onların arka bahçesine dönüşmüş sendikaların değil, kendi öz gücüne güvenen, kendi bağımsız siyasetinde ısrar eden bir siyasetin kazanabileceğini göstermektedir. Bu anlamıyla Halkların Demokratik Kongresi (HDK) fikri güncel olarak kendini dayatmaktadır.
1 Mayıs 2024 özellikle İstanbul’da Taksim’e yürüme çağrısı için Saraçhane’de toplanma çağrısı yapan ve bırakalım bu çağrının gereğini yapmayı arkasında bile durmayanlarla; Taksim’i fiili meşru mücadeleyle kazanılacağını gösteren ve bu anlamıyla 1 Mayıs’ı anlamına uygun kutlayanlar arasında ortaya çıkan pratik tutumda göstermiştir. Ki Taksim’i 1 Mayıs alanı olarak özgürleştirecek ve dahası geleceği kazanacak olan irade budur.