İktidar-şiddet ve roller üzerine önemli bir bilimsel çalışma olan Stanford Hapishane Deneyi’nin beyaz perdeye uyarlanmış hali ‘Das Experiment’, karanlık tarafımızdan çok uzak olmadığımız önermesini irdeliyor
1 FİLM 1 YÖNETMEN Çeviri: Tolga Er
Benlik, iktidar-şiddet ilişkisi ve verilen rollerin kişiye tesiri. Stanford Üniversitesi’nin bodrum katında bir cezaevi ortamı yaratarak ABD’deki gardiyanların kullandığı şiddette etkili faktörün cezaevi ortamı mı yoksa kişilik mi olduğunu test etmeyi hedefleyen Dr. Philip Zimbardo’nun konu aldığı bazı bağ ve ilişkiler bunlardı. Kimi zaman otoriteye itaati konu alan Milgram Deneyi ile koşutluklar kurulan Stanford Hapishane Deneyi, 1971 tarihinde yapıldı, ancak kısa sürede kontrolden çıktı ve henüz altıncı gününde sona erdirildi. Öğrencilerin katılımcı olduğu, 12’sinin mahkum, 8’inin gardiyan olduğu deneyde, “mahkumlar” firar etmenin yollarını aramaya, “gardiyanlar” ise sükuneti sağlamak adına şiddete başvurmaya başladı. İşler o kadar çığırından çıktı ki Profesör Zombardo, deney sonunda, “Sadece birkaç gün içerisinde gardiyanlar sadistik hale geldi, mahkumlar travma geçirdi ve aşırı stres işaretleri gösterdi” diyecekti.
Beyaz perdeye uyarlandı
Yönetmen Oliver Hirschbiegel’in “Deney” veya Almanca ismiyle “Das Experiment” isimli filmi de işte bu deneyin bir canlandırması niteliğinde. Daha sonra Adolf Hitler’in son günlerini anlattığı “Der Untergang” veya “Çöküş” isimli filmiyle ismini geniş kitlelere duyuran yönetmenin bu çıkış filminde de 20 katılımcı bulunuyor, ancak Stanford’dakinin aksine bu gönüllüler çeşitli geçmişlere sahip. Mahkumlar önce sivil haklarını kaybediyor, yemeğinin tamamını bitirmeleri gibi keyfi kurallara uymaları isteniyor. Gardiyanlara ise cop veriliyor, fakat ne olursa olsun kullanmamaları isteniliyor. Her mahkumun üzerine de numara dikiliyor. İlk başta biraz para için bir araya gelen katılımcıların psikolojileri hızla değişiyor ve kısa süre içerisinde insan, iktidar ve şiddet ilişkisi açığa çıkıyor. Aşağıdaki söyleşide yönetmen Oliver Hirschbiegel, Stanford Hapishane Deneyi’ne değiniyor ve filmin yapım sürecini anlatıyor.
Yönetmenlik yapacağınız ilk film olarak neden ‘Das Experiment’in hikayesini seçtiniz?
Mario Giordano’nun Black Box’ını okumaya başladım ve kitabı elimden bırakamadım. Kitabı okumak zorunda hissettim. Kitabı gece boyunca okudum ve sabah bitirdim. Bunun o roman olduğunu biliyordum. Biraz Shakespeare oyunu gibi ve en başından beri ikna edici. Karakterlerin her biri içinde bulundukları durumda o kadar inandırıcı ki. Ben bunu Alman filmi olarak yapmak istedim. Almanya’da geçecek şekilde İngilizce konuşulan bir film yapılması için birkaç teklif aldım, ama bunun biraz aptalca olacağını düşündüm. Almanlara özgü bir şey yapmak istiyorum ve bu harika bir fırsattı.
‘Das Experiment’ Almanya’da gişede çok iyi iş çıkardı. Almanların filme bu kadar ilgi göstermesi sizce neden?
Bana kalırsa bu evrensel bir hikaye. Tüm dünyada etki yaratıyor, çünkü evrensel duyguları irdeliyor. Bence o durumda kişinin nasıl hissedebileceğini dünyadaki her bir insan hayal edebiliyordu. Filmde geçen cezaevi durumu, günümüzde dünyanın herhangi bir ülkesinde yer alan herhangi bir cezaevinin bir kopyası. Ayrıca Almanlar Moritz Bleibtreu’ya bayılıyor. O buranın bir numaralı yıldızı. Yine de çok şaşırdım. Benim umudum yarım milyon kişinin sinemaya gitmesi yönündeydi, fakat bu sayı neredeyse iki milyon oldu. Bilmiyorum.
Filminizin Almanya ile özdeşleştirilen negatif önyargıları perçinleyebileceğiniz konusunda endişeli miydiniz?
Hayır, bu konuda endişeli değildim çünkü burada irdelediğimiz evrensel bir konu.
Doğru. Bu herhangi bir yerde olabilirdi. Stanford Hapishane Deneyi (Dr. Philip Zimbardo’nun 1971 yılındaki deneyi) güneşli Kaliforniya eyaletinde gerçekleşti.
Aynen öyle. Sonrasında Stanford Hapishane Deneyi’ndeki katılımcıların tamamının öğrenci olduğunu öğrendim. Bizim hikayemizde katılımcılar farklı geçmişlerden geliyorlar. Bazıları işsiz, diğerleri öğrenci, biriyse çok iyi bir sigorta şirketinde yönetici. Stanford’dakilerin hepsi eğitimli genç erkeklerdi ve yine de aynı şekilde davrandılar.
Film bizim vahşi, karanlık tarafımızdan çok uzak olmadığımız önermesinde bulunuyor. Sizce bizi dizginleyen ne?
Takip etmemiz için eğitildiğimiz bazı kural ve değerler. Bu birkaç yüzyıldır böyle. En yeni sosyolojik araştırmalar bunun sadece kurallar olduğunu ortaya koyuyor. (Bizi dizginleyen) Anne babalarımız, okullar ve kilise tarafından tekrar tekrar öğretilen ve uyduğumuz belli kurallar, değerler ve yasalar. Özetle sadece bu. Bunun, yani bu araştırmanın bize gösterdiği ise bizlerin beş bin yıl önceki insanlarla aslında aynı olduğumuz. Bu bana kalırsa şoke edici.
Kitap ve beyazperdeye uyarlanan yapım arasında nasıl bir farklılık var?
Milgram ve Stanford Hapishane Deneyi hakkında biraz araştırma yaptım ve beğendiğim iki üç şey buldum ve bunları ekrana taşımak istedim. Örneğin isyan sırasında tutukluları yatıştırmak için yangın söndürme tüpleri kullandıkları sahne romanda yok. Bu ve bilim insanlarının yaptığı manipülasyon gerçekte yaşandı. Kedi fare oyunu Milgram’ın gönüllüleriyle yaptığına benzer bir şey.
Bunu da filme dahil etmek istedim. Burada oyunculara hakkını teslim etmem gerek. Çekim sırasında filmde ortaya çıkan noktaların üçte biri oyuncuların önerdiği şeyler veya beraber ortaya koyduklarımızdı. Christian Berkel veya Moritz’in sabah bulduğu ve sonrasında çekimi yapılan sahneler var. O yüzden bu daha çok her an gelişmekte olan bir çalışmaydı. Mülakatlar senaryoda yer almıyordu. Bazı karakterlerin nasıl olduğu veya nasıl bir geçmişten geldiğinin belirsiz olması üzerine mülakat yapmaya başladım. Mülakatlar, her zaman uzun çekim günlerinin sonunda gerçekleştirildi. Oyuncuları sadece kameranın karşısına geçirdim. Karakteri kanıksamış haldeydiler, o yüzden ne soracağım hakkında bir fikirleri yoktu. Psikologlardan bilgi almadan önce Profesör Thon gibi davrandım. Bir bilim insanının nasıl sorular soracağını hayal etmeye çalıştım. Garipti çünkü kurgu ve hakikat arasındaki çizgi çok ince.
Carlo Cavagna ve Wendy Mitchell’in 2002 yılında sırasıyla About Film ve Indie Wire için yönetmen Oliver Hirschbiegel ile yaptıkları söyleşilerden bazı bölümler Türkçeleştirilmiştir.