Hüseyin Kalkan
Cengiz Sinan Çelik 23 yaşında cezaevine girdi, müebbet hapis cezası aldı, hala cezaevinde. Gözaltına alındığı zaman gördüğü işkenceler yetmezmiş gibi, cezaevinde işkencelere maruz kaldı. Cezaevinde saldırıya uğramasına zemin hazırlandı. Şimdi o çeşitli hastalıklardan muzdarip bir hasta tutuklu. Serbest bırakılmıyor, tedavi edilmiyor. Bütün bunlara rağmen o da durmadan üretiyor. Resimleri içerde ve dışarda çeşitli resim sergilerinde yer aldı. Daha yeni bir şiir kitabı yayınlandı. Cengiz, Hüseyin Çelebi Edebiyat etkinliğinde Kürtçe ve Türkçe şiir dallarında, İHD Bingöl şubesinin şiir ve öykü yarışmasında, Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Festivali’nde ödüle değer görüldü. Tam cepheden şiire giriyor Sinan! Kendi şiirine. Eğilip bükülme yok. Kitaptan:
“Ben geldim!
Cürmüm, hayata tutunmak!
… … …
Şafağın uzun kollarına atılmış çocukların hevesiyle
ben geldim!”
Cengiz böyle yazarak uzun bir yola çıktığını haber veriyor, bilene bilmeyene. Bu uzun yolculuğa çıkmadan tanıyorum ben Cengiz’i. Sonra bir ses olarak, bir söz olarak, bir şiir olarak, sonra bir şair olarak geri döndü. O artık yol arkadaşları gibi bir yarı tanrıdır. Bir yaratıcıdır. Hayatlar yaratıyor, kahramanlar, peygamberler. En önemlisi yeni sözcükler yaratıyor; ‘Kürdianka’ gibi.
“Benki bir Kürdiankayım!
Doğduğumca ışık yüklüyüm.
Nefesimin telvesinde birikti börtü böcek
Kan akıtmaz düşlerimin mayası.
Cennetimin kapısında yakaran nebilere yol vermiştir
ırmaklarım
Yetmiş iki kavmin öyküsünde payitahttır kalbim.” (s. 125)
Dersimli bir çocuk O, pirinin darağacına giderken haykırdığı sözleri hiç unutmaz. Bir daha kendi dilince tekrarlar, sallanan iplere aldırmadan.
Yaşı gençtir. Ama kadim zamanların bilgisine sahiptir. 5 bin yıl öteden gül ve suyun kokusunu taşır bize. Birleştirir Hrant’ın sızısı ile:
“Vicdanını yitirmiş üç bakır kanat nasıl da kanattı
gövdemin üç gözesini.
Çırılçıplak bir dağ zirvesiydim oysa
Vartavar’dan bu yana!
Yaban geyiklerine güzelledim kursağımdaki her suskuyu.
Çığlığımdaki güvercin tedirginliğine pepük! (s.146)”
Devam eder ve dolaşır mitolojiyi. Kim zayıfsa, kim yoksulsa kim biçare ise onun yanındadır Cengiz Sinan.
“Kilinden karılmış kalbim. Dilim sen gibi.
Mecusiyim kılıçartığıyım Zerdüştiyim
Sol yanım bağrına taş basan Keldani.
Senin adını müjdeler kulağıma Mısafê Reş.
Sana geldim Diclem!
Memim ben Siyabendim.
Kandilde tutuşan da benim
Ateşlere atılan da… (s.64)”
Her zaman uzaklarda dolaşmaz Cengiz Sinan. Seyit Rıza bir eski şiir gibi uzatır başını ve söyler sözünü:
“Işığı çalınmış ahalimin başkaldırısıdır ki
çarparak yankır göğün hiddetine!
“Ayıptır! Zulümdür! Cinayettir!” (s.129)”
Daha yakında, on iki yaşında on üç mermi ile katledilen Uğur Kaymaz aslında Cengiz’dir:
“Usul usul düşen kaderli bir yaprak gibi,
acılar içinde…
Sisler içinden yaklaşıyor bir kocamış-aksakal abdal,
“Kızıltepe şimdi daha karanlık” diyor
Canyutan boşluğa, sesleniyor çatlatarak dişlerini.
Duymuyor kimsecikler.
Sesi sesinde kirleniyor!
Kanıyor gecesi Kızıltepe’nin
Göğsümden bir kuş hissi havalanıyor
Anne! diyorum. Kanatlarım üşüyor!
Hava soğuk… (s.145)”
Vücudunda şarapnel parçaları taşıyor bu şiir. Bu yüzden de acı çekiyor her saniye, korkmuyor ama.
Daha bin tane şiir yazacaktır. Kürdi yaralarımız gayet çok çünkü ve Cengiz bu yaraları iyileştirmek için yola çıkmış. Kayda geçirmek için bütün acıları, bütün yaraları. serdestan’ı okumayı bitirdiğimde, bu şiirleri ben yazmışım gibi seviniyorum…
Künye:
serdestan
Şiir
Cengiz Sinan Çelik
Ayrıntı Yayınları
- 156