ABD-Türkiye arasında yürütülen “güvenli bölge” başlığı altındaki görüşmeler tamamlandı. Ortaya, üç maddelik mutabakat çerçevesi çıktı. Varılan uzlaşmada, Türkiye’nin güvenlik endişelerinin giderilmesi; ortak bir harekat merkezinin kurulması; barış koridoru oluşturulması ve Suriyelilerin geri dönmesinden söz ediliyor. İlk göze çarpan şey, uzlaşmanın oldukça muğlak ifadelerle bağıtlanmış olması. Belli ki, durumu adım adım somutluğa taşıyacak pratik adımların içeriği ve biçimi belirlemek için daha çok zamana ve temaslara gereksinim olacak.Türkiye’nin saldırı, işgal ve SDG/YPG’nin savunma, direniş eksenli hali hazırdaki askeri, politik tahkimat pozisyonlarını koruyacakları açık olmakla birlikte, uzlaşmanın, savaşın ve krizin derinleşmesini durdurmaya odaklandığı açık. Bu anlamda, taraflar arasında fiili arabuluculuk pozisyonundaki ABD’nin, gelinen aşamada kendi lehine en net sonucu elde edebilmiş taraf olduğu söylenebilir.
Birincisi; ABD’nin Suriye denklemindeki stratejik/taktik planlamalarının genel çizgisini riske eden Türkiye’nin kontrol dışı yönelimlerine bir biçimde ayar verme olanağı yaratılmış oldu. ABD, aynı zamanda, müttefiki Türkiye’nin Rusya eksenine doğru derinleşen eğilim ve ilişkilerini dengelemeye dönük somut bir konum elde etti.
İkincisi; ABD, varılan mutabakatla, yerel sahadaki dayanağı konumunda bulunan askeri partneri SDG-YPG’yle ilişkisini esasen korumaya devam edeceğini Türkiye tarafına beyan etmiş oluyor. Kürtlerin de bu uzlaşmanın dolaylı mekanizmalar aracılığıyla bir parçası olduğu göz önüne alındığında, Türkiye bakımından da bu muhataplığın bir biçimde kabul edilmesi anlamına geliyor. Toplamda ABD, Türkiye ve Kürtlerin çatışma, savaş pozisyonu içindeki karşıtlıklarının yanı sıra, sürece, bir masa etrafında da bir araya gelme imkanını ve etkenini dahil etmiş oldu.
Mevcut koşullarda, İmralı’nın konumunu ve rolü ilk akla gelen soru oluyor kuşkusuz. Nitekim, uzlaşmanın açıklandığı gün, Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla yeniden görüşmesine de izin verildiğini öğrendik. Önceki görüşmeler serisinde Abdullah Öcalan’ın genel olarak Kürt sorunuyla ve Suriye gündemiyle ilgili önemli belirlemeleri ve çözüm perspektifleri paylaşılmıştı. Öcalan, Kürt sorunun, barış ve demokrasi temelinde çözümünün siyasi müzakere yöntemiyle olabileceği, savaş dayatmasıyla bir yere varılamayacağının altını ısrarla çiziyordu. “Türkiye’nin hassasiyetleri”ni gözetilmesi ve Suriye’nin bütünlüğü içinde yerel demokrasiye dayalı anayasal federatif birlik çözümü aranmasını özel olarak vurguluyordu.
Son görüşmesiyle ilgili yapılan açıklamada ise, Öcalan’ın doğrudan Suriye’deki durumla ilgili bir değerlendirmesi yer almıyor. Ancak, Türk-Kürt ilişkilerinin tarihsel gelişimiyle ilgili değerlendirmeleri kapsamında, devlet aklını temsil edenlerin gerçekliğe doğru ve tutarlı yaklaşmaları gerektiği uyarısında bulunuyor. Çatışma ve savaş politikalarında ısrar edilmesinin bölgesel düzeyde de ağır sonuçlar yaratmaya devam edeceğini vurguluyor.
Konumu ve çabasında, barış ve demokrasi çözümüne bağlı olmaya devam ettiğini belirten Abdullah Öcalan, rolünü ve çağrısını; “Kürtlere yer açmaya çalışıyorum. Gelin Kürt sorununu çözelim. Bir haftada çatışma durumunu, ihtimalini ortadan kaldırırım diyorum. Ben çözerim, kendime güveniyorum, çözüm için hazırım. Ancak devlet de, devlet aklı da gereğini yapmalıdır” şeklinde somutluyor.
Uzlaşma ve sonrasında bu minvalde pratikleşecek gelişmelerin ve Öcalan’ın açıklamalarının devlet nezdinde bulacağı karşılığın sürece yansıyacak boyutları konuşulmaya ve tartışılmaya devam edilecek kuşkusuz. ABD-Türkiye uzlaşmasından, kendi başına halklar lehine demokratik ve barışçıl bir çözüm yolu beklentisi içine girmenin temelsiz bir iyimserlik olacağı açıktır. Keza, Öcalan’la yapılan görüşmenin devlet aklı bakımından da kendiliğinden bir süreklilik ve siyasi muhataplık inşası yaratacağı beklentisi de öyle. Uzlaşmanın içsel çelişki mantığında saldırı, işgal ve savaşın sürmesini güdüleyen çıkarlar ve dinamikler hareket halinde olmaya devam edecek.
Dolayısıyla, süreç içinde uzlaşmanın yapılandırılması adımlarıyla, onu riske eden saldırgan askeri ve politik hamlelerin iç içe yaşandığına tanıklık edeceğiz. Ya da yakın dönemde olduğu gibi, bir yandan devletin Öcalan’ın dışarıya seslenebildiği ve etkin olduğu görüşmelere tanıklık edeceğiz, diğer yandan da görüşmelerin bilinemez bir süre boyunca kesildiği ağır tecrit zamanlarını yaşayacağız.
Emperyalistlerin Ortadoğu’dan elini çektirmenin, faşist ve despotik iktidarların elinden halkların kaderini ve barışı koparıp almanın kolay bir yolu yok. Ama ilerlemenin, başarmanın tarih tarafından sınanmış bir yolu da var. Barış, demokrasi ve özgürlük; halkların ve ezilenlerin muhataplaşmasının, toplumsal uzlaşmasının ortak ahlaki ve politik mücadele değerleri haline geldiği, getirildiği ölçüde güvence altındadır. Büyük kazanımlar ve gerçek zaferler buradan doğacaktır, emperyalistlerin ve faşistlerin muhataplaşmasından ve uzlaşmasından değil.